Valla, artık bana birşey öğretmeyen kitapları okumuyor, iki ayağımın üzerinde durabildiğim sürece, hayatımı evin ve işin dışında yaşamaya çalışıyorum ya..
Üzerinde, sevgili arkadaşım Sacit Aslan'ın adını görünce, "Kovadaki Balıklar" adlı kitabı görünce "Nedir" diye şöyle bir açtım ve inanmazsınız.. 238 sayfalık kitabı bir nefeste okudum..
Yıllarca İstanbul Eğlence Hayatını yöneten Sacit, Fahrettin Aslan'ın oğlu.. Babasından hiç hoşlanmazdım ama Sacit başka bir adamdı. Başka bir adam olduğunu bu kitapta da dobra dobra, korkmadan, çekinmeden, gereğinde kendi dahil herkesi eleştirerek, hatta suçlayarak konuşuyor.
"Konuşuyor" demem, kitabı anlatıyor.. Bu ülke medyasının kaybettiğine üzüldüğüm iki kadın yazardan biridir, Necef Uğurlu.. (Öteki Perihan Mağden..) Sacit'e baştan sona, sorularla hayatını anlattırmış.. Ama soruların kendisi ayrı kitap olur, öyle güzel.. Sacit'e hangi yılı soruyorsa, o yılın dünyasını, Türkiyesini hatırlatıyor Necef, müthiş birikimi ile..
Kitabın adı, Sacit'in çocukluğundan geliyor. Sahile gidermiş dolaşmaya.. Millet de balık avlıyor.. Çocuk Sacit o kovaları denize tekmelermiş.. "Kovadaki balıkların üst üste hali yüreğini yaralar, onlar denize, özgürlüklerine dönsün" ister- lermiş..
Kitabı okudukça, Maksim'in Kova, Fahrettin Aslan'ın balıkçı, Maksim'in neonlarına adlarını yazdırmak için her şeyi yapan, her şeye razı olanların da "Kovadaki Balıklar" olduğunu anlıyorsunuz..
O kovaya girmeyen tek adam Zeki Müren.. Fahrettin Aslan, onu da (Daha kimleri) sille tokat dövmüş.. Hepsi kovaya dönmüşler.. Biri hariç.. Zeki Müren asla affetmemiş Fahrettin'i..
Necef son söz yazmış kitaba..
"Sacit Aslan anlattı ben yazdım.
Müslüman Mahallesi'nde Salyangoz Satan bir Eğlence İmparatorluğu dünyasının içinde ömrü geçmiş Sacit aslında satır aralarında bu ülkeyi anlattı. Benim bu kitapla uğraşmamın nedeni bir minnet borcu. An gelir hayatınızda sizi bilmediğiniz ama tahmin edebileceğiniz nedenlerden yalnızlaştırırlar. Bu sizden kaynaklanmayan bir yalnızlıktır, birileri böyle karar verir ve kıçınıza tekmeyi yersiniz, nereden ve niçin geldiğini anlamadan.
Dostlarınız sizden ürkmeye başlar hatta hainleşirler, fırsat bu fırsat değerlendirirler hatta! Bu yüzden işsiz kalırsınız, iki yüzlü arayışlarla arada yoklarlar, sizden çalıp çırptıkları yetmiyormuş gibi elinizde son kalanları ölmüş eşek fiyatına almaya yoklamalar başlar ve en kötüsü kendinizi sorgulamaya, kabahat aramaya başlarsınız, işlemediğiniz bir cinayet için acaba işlemiş miyim diye kendinizden şüphelenmek gibi, insanı bu hale getirirler. İşte böyle bir anda dünya ahret kardeşim Sacit beni saygıyla kucakladı, Türkiye'nin en çok okunan sitesinde yer verdi. Fikirlerin kimseye zararı olmayacağını bilen bu adama borcumu ödemek istedim.
İnsanın insana verebileceği en değerli şeyi, düşünme, yazma, fikir özgürlüğümü verdi. Sacit, gideceği yere ayaklarıyla değil yüreğiyle giden bir adam, öfkeleri, sevinçleri, hatalarıyla boğaz kenarında balık tutanların üst üste balık dolu kovalarına tekme atıp balıkları özgürleştiren bir çocuk olarak kalmayı başarabilmiş. Oltaya gelmeyen, kovaya sığmayan bir balık Sacit Aslan, Zaman zaman nereden geldiği nereye gideceklerini bilmediğim, birden Marmara'da beliren ve sonra yok olan ama havada sıçrayan, vapurlarla yarışan, dalga geçen kocaman bir yunus gibi.
Hoşça kalın, bu kitapta adı geçenler; hoşça kalın ölenler; hoşça kalın kalanlar ve hoşça kalın kovadaki balıklar, salaklar."