Çocukken Bandırma'da ayda bir iki defa tavuk pişirmeye mali gücümüz yeterdi.. Sofraya kondu mu, nar gibi kızarmış bütün tavuk, bayram olurdu evde..
İki buttan birini babam koparırdı. Aile reisi.. Öteki but, Öcal ağbime giderdi.. Şehzade ya.. Ben, erkeklik bende kalsın diye "Kırmızı et sevmem" derdim.. Lades kemikli, beyaz et göğsü bana verirdi annem.. Kendisi için de "Derisi ve gerisi" derdi.. Gerisi dediği, kimsenin itibar etmediği kanatlar işte..
Ta ki, yıllardan bir yıl, Galatasaray'la Adana'ya gidene, Alp Yalman, Derwall, Mustafa Hocam'la birlikte Mesut diye bir yerde oturana kadar..
Özel harmanlanmış bir tavuk kanadı geldi ortaya.. Hürriyet'in Adana Temsilcisi, Adana'nın ağası bir gazeteci var.. Bizi davet eden o.. Ah, kafa mı kaldı, adını unuttum.. Hayatta ise, affetsin..
"Bu lezzeti dünyanın başka yerinde bulamazsınız" deyince, hatrı kalmasın diye tattım ki, olmaz böyle şey.. O gün kimse, kanattan başka şey yemedi. 80'li yıllar..
Sonra Amerika'ya gidince ilk daldığım yer Kentucky Fried Chicken (KFC) oldu. Albay bilmem kimin muhteşem formülü ile bir lezzet bir lezzet..
KFC Türkiye'ye gelince nasıl sevinmiştim..
Gider olduk.. Maç günleri ısmarlar olduk.. Ama biz neyi tadında bıraktık ki?.
KFC de bozuldu. Bıraktım, gitti.. Yıllar boyu adını anmadım.
Geçenlerde Uğurcan kardeşimle Kozzy AVM'de Frankenstein'ı izlemeye giderken karşı tarafa, bir KFC levhası görünce, anılarım depreşti.
"Hadi bir deneyelim" dedim..
Girdik..
Tek kişi var, kasada.. Onun önünde bir delikanlı. Sıramızı bekliyoruz..
"Taze istiyorum" dedi delikanlı..
"Şimdi attık. Yarım saat sonra" dedi, kasadaki..
"Ben bu işi bilirim" dedi, delikanlı.. "En fazla yedi dakikada pişer. 30 dakika diyorsun ki, beklemeyeyim, bu ne zaman yapıldığını bilmediklerimi alayım.."
Kasadaki yutturamayacağını anlayınca itiraf etti..
"Elde kalanları satabilmek için böyle yapıyoruz, kusura bakmayın. Yoksa fire çok oluyor" dedi..
Delikanlı "Sen bunları bitir, ben yarım saat sonra gelirim" dedi, çıktı gitti.
Bizim vaktimiz dar.. Rafta bekleyen soğumuş kanatları aldık..
Albay bilmem kim, bunları yese, o dükkandakileri kurşuna dizerdi herhalde, "Adımı ve markamı ne hale düşürdünüz" diye..
Dükkana baktım, bir iki kişi vardı zaten.. Boş ve loş..
Dostum, sülaleden lokantacı Ali Kestaneci'ye babasının verdiği öğüdü hatırladım, o zaman..
Oğlunun yaptığı helvayı tatmış, beğenmemiş, döktürürken şöyle demişti..
"Bunu satmaya satarsın oğul ama, o da seni satar!.."