Uzun zamandır, sizlere yeni bir mekan tavsiye edemedim. Yazacak yeni bir yer bulamadığımdan bir.. İkincisi de.. Bir yer buluyorum. Gidiyorum.. Bayılıyorum. "Burayı yazmam lazım" diyorum. Çıkarken, yöneticiler, ya da sahipleri uğurluyorlar ve soruyorlar..
"Nasıl buldunuz?."
"Harika!.."
"O zaman yazarsınız.."
İşte orda ip kopuyor.. Bana ne yazacağımın söylenmesinden nefret ederim. Birinin bir sorunu olur, yardım ister o ayrı.. Ama ısmarlama yazı..
Arka arkaya güzel yerlere gittim.. Kimse de yazı ısmarlamadı, son ayda birden..
Ben de keyifle size anlatmaya karar verdim..
İşte ilki..
***
Ali Akkaş'la tanışmam 2001 yılında. Tanıştıran da, son zamanlarda işleri oğlu Ömer'e devredip ortalardan kaybolan sevgili dostum Mudo.. Keşke dostlarını da Ömer'e devretseydi de unutulmasaydık.
O yıl, Maslak'taki o şimdi çok ünlü Mudo Concept'i açmış. İstanbul'da bu boyda ilk.. Müze gibi.. Gez gez bitmiyor. Kendi gezdirdi.. Ben bayıldım. (İsmi hariç.. Mudo Con- Cept diye aynen okurum adını dalga geçerek. Orta sınıfa ev eşyası satacak dükkanın con cept diye adı olur mu?)
Bayıldım da bittim. Dolan dolan, acıktık da..
"Bizim köşede Köşebaşı açtı Ali" dedi. "Hadi orda yiyelim.."
Ali, Ali Akkaş.. Levent'te bir dükkan açmış, çok meşhur olmuştu.. Duyardım.. Bu ikincisiymiş..
Tanıştık.. Gerçekten de nefis şeyler yedik. Köşebaşı uğrak yerlerimden oldu.. Köşebaşı hatrına Concept'e gittiğim bile oldu.
Türker Ağabeyim (İnanoğlu) bayıldığım bir iş yapar.. İstanbul'da yeni mekanlar keşfeder, minik bir gurubu var. Toplar götürür.. Hem sevimli bir dost toplantısı.. Siyasetten uzak sohbet. Hem lezzet.. Uzatmayız da.. Sekizden ona.. Kararında ki, tat damağımızda kalsın..
"Karaköy'de yeni bir yer buldum" dedi.
Karaköy'ün, Liman tarafı, şu sıralar en popüler yeme içme İstanbul'u.. Ama biz Limana değil, Haliç'e gidiyoruz. Perşembe Pazarına.. Issız, loş.. Bir de kapkara sokağa girmez miyiz?.
Türker Ağam olmasa (O bana, ben ona 'Ağam' deriz) "Bizi kaçırıyorlar" diyeceğim. Nasıl berbat bir daracık sokak.. Sokak demeğe bin şahit ister.. Çıkmaz.. Mecburen durduk.. Biz durduk da, bu bina nasıl yıkılmadan duruyor?.
İçine girdik.. "Nuh Peygamber göğe herhalde bu asansörle çıkmıştır" dedirten bir alamete bindik. Terastaymış, Ağam'ın keşfi.. Çıktık.. Yürüdük, terasa girdik ki.. İnanmak mümkün değil..
Bindiğimiz kesin Nuh'un asansörüydü.. Çünkü birden "Cennet"e geldik..
Yani ben İstanbul'un bu kadar güzel manzarasını görmedim. Çepeçevre pencere, Zonaro'nun tabloları gibi sunuyor en güzel İstanbul'u..
Hele gece.. İstanbul'un elimizle yarattığımız tüm çirkinliklerini örten, sadece güzelliklerini gösteren gece..
Ayağımızın dibinde Galata Köprüsü.. Yanaşan kalkan Kadıköy, Haliç yolcu motorları.. Karşıda Yedi Tepe'nin en güzel görünüşü.. Işıl ışıl camileriyle o emsalsiz İstanbul silueti..
Öte yanda, Körler ülkesi.. Hani yöreye ilk gelenler, Avrupa güzelliğini fark etmeden Asya sahiline yerleşmişler ya.. Ama orası da nasıl bir güzelliktir Tanrım!.
Türker Ağbi'nin boynuna sarıldım.. "Bizi nasıl bir yere getirdin" diye..
Köşebaşı Ali Akkaş'ın çocukları açmış burayı.. Babalarının da adını vermişler, "Ali" diye..
Köşebaşı lezzetini burda bir daha anlatmama gerek yok. Ama öyle bir cennet ki burası, yılan zehirini uzatsa, yersiniz, Adem'e de kızmazsınız..
Size bir şey diyeyim mi?. Hele yurt dışından bir konuğunuz gelirse, Ali'de ağırlayın.. 20 sene sonra bile hatırlayacak size "Hani beni İstanbul'da bir yere götürmüştün" diyecektir..