Üstat Radi Dikici ricamız üzerine Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği Çöl Fırtınaları adlı benim çok beğendiğim oyunu seyretti. İzlenimlerini de bana şu notla yolladı..
"Oyunu seyretmek beni belki 55 yıl geriye götürdü (Biraz tenzilat yaptım). Bizler Mülkiye'de okurken Devlet Tiyatroları mektebinden yetiştik çünkü. Mütevazı bütçemizden ayırdığımız paralarla hiçbir oyunu kaçırmıyorduk. Yağmurcu'yu, Finten'i ve Kenter kardeşleri ve diğer muhteşem oyuncuları nasıl unuturuz. Ya ilk balemizi. Operada Tosca'yı. Bilmem hatırlar mısın, ilk Carmen'i oynayan yabancı sopranonun 100 kilonun üzerinde olması bizi (tabii belli etmeden) nasıl güldürmüştü. Tosca'da, yedek kastta bulunan konuk İtalyan Pavarotti seyredip seyretmediğimi hatırlamıyorum ama, Tepebaşı'ndaki o yanan ahşap binadaki Tosca'da Leyla Gencer'i izlediğimi biliyorum.
AKM'nın kapanması ne büyük boşluk. Bir süre oyunları izlemek şansımız oldu. O kadar. Ne kadar yazık.
Ben Londra seyahatlerim de mutlak surette bir opera veya bale, bazen ikisini sıkıştırıyorum. Müzikalleri bitirdiğim için yenilerini bekliyorum hep.
İşin en güzel tarafı nedir biliyor musunuz sevgili Hıncal. Royal Opera House'daki oyunları belirli süre izlediğinizde sizi üye yapıyorlar.
Avantajı ne mi? Sürekli emaille programı gönderip, yeni opera ve bale için size bilet önceliği tanıyorlar. 2014 sezonu biterken La Traviata'nın prömiyeri yapıldı. Bana gönderdikleri şifre ile ben evimdeki TV'de canlı yayında geceyi izledim. Büyük bir aksilik olmazsa 22 Mayıs gecesi La Traviata'yı seyretmek için Londra'da olacağım.
Bu vesile ile biraz dertleşmiş olduk."
Şimdi Çöl Fırtınaları izlenimlerine buyrun..
***
Bu yazı, sevgili Hıncal'ın da daha önce yazdığı gibi, Devlet Tiyatrosu'nda "Çöl Fırtınaları" adı ile sahneye konan muhteşem oyunun tarihi açıdan bir yorumundan ibarettir.
Tarihi yorum dediğimiz zaman, asıl oyun başlıktaki cümle ile başlamaktadır. 2 Ekim 1187 günü Selahattin Eyyubi'nin Kudüs'ü ele geçirdiği haberi Avrupa'ya ulaşınca, önce büyük bir şaşkınlık, daha sonra da öfke ile karşılanır. Bunun üzerine Papa VIII. Gregory hemen bir Haçlı Seferi çağrısında bulunur:
"Gidin, Kudüs'ü geri alın. Ne kadar çok kâfir öldürürseniz, cennete giden yolunuz o kadar kısalır. Şimdi gidin. Selahaddin'in kellesini Roma'ya getirin."
Bu çağrı, acımasız görülebilir. Ama ortaçağın kurallarına göre uygun olduğunu ifade etmem gerekir. Oyunun hemen girişinde önce, Yahudi asıllı müşaviri ve aynı zamanda doktoru İbn-i Meymun ve karısı Cemile ile yaptığı konuşmalarla Selahaddin Eyyubi'yi tanıyoruz.
Onun Kudüs'ü aldığında tek kişinin burnunun kanamadığını, şehirden ayrılmak istemeyenlerin kalmasına izin verdiğini, hangi dinden olursa olsun ibadetlerini yerine getirirken serbest bıraktığını ve daha sonra da oyun boyunca hümanist bir kişi olduğunu anlıyoruz.
Diğer tarafta ise, Haçlı Seferi için İngiltere'den ayrılmadan önce Aslan Yürekli Rişar'la tanışıyoruz. O, zayıf kişiliği, kararsızlığı ve annesi Eleanor Aquataine'e bağımlılığı ile dikkati çekiyor. Selahaddin Eyyubi'nin geçen iki yıl içinde Avrupa'da hayli tanınıyor duruma gelmesi ve saygı duyulması nedeniyle oğlunda baş gösteren kararsızlığı yenmesi için, anne Eleanor, onun, "Anne bana akıl ver, şövalyelerimden duyduğuma göre, Selahaddin nefret etmezmiş," sözlerine karşılık, "Nefret etmemek bir kral için korkunç zayıflık. Nefret gereklidir ve işe yaraması için pürüzsüz olması gereklidir. Bütün öteki duygulara baskın gelmelidir," diye karşılık verir.
Burada durmamız gerekiyor. Oyunda Eleanor Aquataine'e biçilen rol öyküye uygun. Ama tarihi gerçeği pek yansıtmıyor. Eleanor, Fransa'nın güney-batısında Aquataine'de doğmuştur. Orası zevk ve sefanın alabildiğine yaşandığı ve en iyi şarapların yetiştiği bir bölgedir. Eleanor'un yaşam anlayışı da böyledir. İlk eşi Fransız Kral'ı VII. Louis'den ayrılırken en önemli nedeni, kralın aşırı bağnazlığı ve sarayda eğlence diye bir şey olmamasıdır. Buna karşılık Rişar'ın babası İngiliz Kralı II. Henry, tam onun kafa dengidir.
Oyundan sonra metni incelediğimde, bir sahnenin giriş bölümünde (ki bizdeki temsilde çıkarılmış bu sahne) o sırada 67 yaşında olan Eleanor'un hala keyifli yaşamı terk etmediği anlaşılmaktadır. Bu husus, biyografilerini incelediğimizde çok belirgindir.
Oyun boyunca Eleanor'u izlerken, onun bir noktaya hiç değinmemesi dikkatimi çekti. Çünkü Eleanor, VII. Louis ile evliyken 1148 yılındaki II. Haçlı Seferi sırasında henüz 24 yaşındadır ve en az üç ay Kudüs'te kalır. Açıkçası, o sırada bütün Avrupa'da olağanüstü güzelliği ile anılan Eleanor'un, nefret söyleminin yanında, Kudüs'ün ihtişamından da bahsedip oğlunu etkilemesi gerektiğini ve bunun ona daha çok yakışacağını düşündüm.
Oyunun önemli kırılma noktalarında biri de, Haziran 1191'de kutsal topraklara varan Rişar'ın iki ay içinde Akka kalesini ele geçirdikten sonra, 2700 asker ve ondan da önemlisi çocuk, kadın ve yaşlılardan müteşekkil 300 kişinin idamını emretmesidir.
Ancak pişmanlığın getirdiği üzüntü nedeniyle kişiliğinde değişimler başlar. Nitekim Selahaddin Eyyubi bile, bu olumlu değişiklikleri fark ettiğinde ona göre davranır.
Oyunda, Eyyubi Arsuf savaşını kazanmış gibi yansıtılıyor. Okurlarımız hatırlayacaktır. Daha önce yazdığımız gibi, 7 Eylül 1191 günü yapılan Arsuf savaşında, Selahaddin Eyyubi zayiatı önlemek üzere öğleden sonra askerlerini geri çekerek savaşa son verir. Ama tarih savaşı Rişar'ın kazandığını yazmaktadır.
Oyun içinde bir cümle ile değinilen at olayının aslı ise şudur:
Savaş sırasında, askerleri ile fiili olarak çatışmanın içinde olan Rişar at kaybettikçe, onu hayranlıkla izleyen Selahaddin yardımcısına işaret ederek ona iki kez at, daha sonra hastalandığında ise hem doktorunu, hem de taze meyve (oyunda hurma diye bahsedilmektedir) gönderir.
Kudüs'ü almak için yola çıkan Rişar, çok kötü hava şartları, ondan da önemlisi kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklar nedeni ile geri döner.
2 Eylül 1192'de iki hükümdar arasında 5 yıllık ateşkes, ticaret serbestliği ve Hıristiyan hacıların Kudüs'ü istedikleri zaman ziyaret etme anlaşması yapılır. Oyunun ikinci perdesinde yer alan olayları yaşamak üzere, Aslan Yürekli Rişar 9 Ekim 1192'de Kutsal Topraklardan ayrılır.