Mucize, Mahsun Kırmızıgül'ün dördüncü filmi.. Ve gene başarmış.. Bizde yıkanmış beyinler, mankenden oyuncuyu, türkücüden sinemacıyı bir türlü kabul edemezler. Bu yüzden dalga geçer, aşağılarlar ama o kadarla da kalırlar..
Çünkü.. Ne demiş eskiler?.
"Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.."
Mahsun'un yaptıkları da meydanda..
Mucize, beni başından sonuna aldı götürdü.. Çünkü o filmde anlatılanların çoğunu yaşadım..
Çocukluğum o köylerde geçti.. 1940'ların Çaldıran'ı, Mahsun'un gösterdiği köyden zerre farklı değildi.. Hatta daha kötüydü koşullar.. Kış gecelerinde kurtlar iner, babam elinde tüfek pencere kenarında nöbete yatardı sabaha kadar, bizi korumak için..
Kürt köyüydü Çaldıran ama, ayrımcılık diye bir şey yoktu.. Subaydı babam, üstelik.. Ama nasıl sevilirdi, hem köylüler, hem de yazları obaya, yaylaya çıkan aşiretlerin ağaları tarafından.. Tüm arkadaşlarım Kürt çocuklarıydı, nerdeyse..
Van'da oturduğumuz evin sahibi, o müthiş depremde annemi, beni ve Serpil'i kurtaran ev sahibimiz Kürttü.. Nasıl bir sevgi bağı vardı yerlilerle, tayinle gelen, sivil askerler arasında..
Mahsun'un filminde, kuş uçmaz, kervan geçmez bir Kürt dağ köyüne, Batı'dan bir öğretmen geliyor.. O yıllarda ülkede büyük öğretmen sıkıntısı vardı, iyi bilirim. İlk okullarda beş sınıf bir arada okurdu, bazı ilçelerde bile.. Orta okul ve liselerde, boş geçen derslerimiz, hocası olanlardan fazlaydı hatta.
27 Mayıs'tan sonra, "Yedek Subay Öğretmenlik" yasası çıktı. Askerde fazla, öğretmende eksik vardı. İkisini birleştirdiler.. Bir yığın lise ve üniversite mezunu Yedek Subay Öğretmen olarak, Doğu'nun okulsuz ve öğretmensiz köylerine yayıldı.
Tarih o tarih.. Mahsun'un anlattığı öğretmen de onlardan olmalı.. Çünkü yoğun bir Ege aksanı ile konuşuyor. Oysa öğretmen okullarında Türkçe büyük önem taşırdı. Aksanlı konuşan hiç öğretmenim olmadı, 1946'dan 1956'ya, öğrencilik yaşamımda..
Öğretmen, o ulaşılmaz, kar yağınca sekiz ay dünyayla ilişkisi kesilen dağ köyünde imece ile bir okul inşa ediyor önce. Sonra da derslere başlıyor.
Köyün ağası, tabii ayni zamanda Muhtarı.. Beş oğlu var. Biri çocukken felç geçirmiş.. Sakat.. Köyün delisi. Sadık atı peşinde dolanıyor akşama dek, meydanda. Köy çocuklarının oyuncağı olmuş.
Öğretmen, sakat Aziz'e de el atıyor..
Ağa, her yaz oğullarından birini evlendiriyor. Karısı, kızları, görücü gidiyorlar civar köylere.. O sahneler olağanüstü. Gene çocukluğumu hatırladım.. Gelenekler, görenekler, doğudan batıya pek değişmiyor.. Bizim Manyas Çavuşköy'deki sahnelere çok benziyordu..
Özet.. Hemen her sahnede beni yaşadığım günlerden birine çeken bir şeyler oldu hep.. Etkilenmem biraz da ondandır, muhtemelen..
Mahsun, temposunun düşüklüğüne rağmen, harika film çekmiş.. Tempo düşük.. Neden?. Bir defa Mahsun, Anadolu fotoğrafları gösterme ustası.. Bu filmde de, o emsalsiz dağların yaz, kış görünümlerine doyuruyor seyircisini..
Tekrarlar var.. Mesela kız isteme sahneleri, gelin gelişi ve gerdek.. Kaç kez tekrar ediliyor.. Ama sıkılmıyorsunuz. On defa daha olsa on kat keyifle izlersiniz. O kadar güzel..
Hele sakat Aziz'e kız istedikleri sahne, bence filmin doruk noktası..
Aralarında kendisinin de olduğu o kalabalık kadroyu yönetimi de, "Ben sinemacıyım" diyenlerin çoğuna şapka çıkartır.. O kadroyu öyle yönetmek!.. Bravo Mahsun!.
Köyün Delisi Aziz'de Mert Turak'ın tiplemesi harika..
Kendime de pay çıkardım. Mert'i yıllar önce Kantocu adlı müzikalde izlemiş "Bir yıldız geliyor" demiştim ya, onun payı..
İdealist Hoca'da Talat Bulut, o katmerli Ege aksanı dahil fevkalade inandırıcı. Film onun etrafında dönüyor zaten. Bulut'un en ufak açığı, Mucize'yi bitirirdi.
Muhtar/ Ağa'da Erol Demiröz ve karısında Meral Çetinkaya'ya hayran oldum. Oyunculuk sanatının doruğundalar.
Filmi yazan ve yöneten Mahsun, büyük bir tevazuyla kendisini adeta saklamış. Ağanın beş oğlundan biri de o, ama kardeşleri rollerinde Erdem Yener ve Metin Yıldız'ı öne sürmüş. İkisi de çok çok iyiler.
Ali Sürmeli, Cezmi Baskın, kısa rollerinde, rol çalacak kadar başarılı..
İlk gelinde Büşra Pekin, Aziz'e varan gelinde Seda Tosun başta, tüm kadroyu alkışlamak istedim, göründükleri her sahnede..
Mucize, çok iyi çekilmiş, çok iyi oynanmış bir Türk filmi..
Mutlak görmeli herkes.. Ama herkes.. Bu filmi ne kadar çok insana izletirsek, çözüme o kadar yaklaşırız..
Bir sorum gene magazin sayfaları ve eklerde çalışan meslektaşlarımıza..
Filmdeki Aziz'in İstanbul'da ailesi ile yaşadığı finalde yazıyor. Bir galadan bir fotoğraf gördüm gazetelerden birinde. Ortada Mahsun.. Bir tarafında gerçek Aziz ve eşi.. Bir tarafında filmde onları canlandıran Mert ve Seda..
Bu filmi şu ana kadar 3 milyona yakın insan izlemiş. Bu insanlar, gerçek Aziz'i merak etmezler mi?.
Aziz sakat çıktığı köyüne yedi yıl sonra sağlam dönüyor. Arada ne olduğu filmde yok.. Ama ben merak ettim mesela.. Nereye gitti?. Neyle yaşadı?. Nasıl iyileşti?. Yazsanız, albümlerinden fotoğraflar alıp resimleseniz, bir pazar ekinin iki sayfasını doldursanız, içine düşmez miydim?. 3 milyon seyircinin onda biri merak etse, sizin tirajınız yahu!.
Bir "Gazetecilik" ülkesinde nasıl böyle gözleri kapalı oturuyoruz ki?.