Sevgili Duygu ile (Asena tabii) hep tartışırdık.. "Önemli olan, kadın ya da erkek olmak değil, insan olmak" derdim.. "İnsan hakları diye savaşalım, sonuna dek yanındayım.."
Tüm Feministlerle anlaşmazlığım hep bu ayrımcılıkları oldu..
Bugün gene ayni kafadayım..
Gazetelerde "Kadına şiddet" başlığından geçilmiyor.. Görünüşte haksız da sayılmazlar.. Haberler hep öyle.. Ezilen, dövülen, öldürülen, süründürülen kadınlar..
Peki niye kadınlar?..
Çünkü fiziksel olarak, biz erkeklerden güçsüzler bir.. İkincisi.. Toplumsal olarak, erkeklerin dünyasında yaşadığımız gerçek.. Yani iktidar da bizde..
O zaman ezilen, kadınlar oluyor..
Tersi olsaydı..
Fiziksel güçlü olan cins kadın olsaydı.. Dünya kadınların dünyası olsa, onlar yönetse, kuralları onlar koysaydı, kim ezilirdi?. Ki tarihte öyle toplumlar, öyle zamanlar olmuş..
Gerçek şu..
Tarih boyu, güçlü, güçsüzü ezmiş.. Birey olarak.. Aile olarak.. Kabile, klan olarak.. Devlet olarak..
Yani aslında sorun, güçlünün güçsüzü ezmesi..
Şimdi bu konuya durup dururken girmedim tabii..
Haftalardan beri müthiş bir film oynuyor sinemalarda..
Gone Girl.. Kayıp Kız!..
Amerika'da da gişe rekorları kırdı, tartışma rekorlarının yanında.. Bizde bir iki laf edildi, geçti. Sinema yazarları bile derinlemesine girmediler..
Oysa film, akıllara seza bir "Kadın Şiddeti" öyküsü..
Nasıl muhteşem, ama nasıl şeytani bir zeka, erkeklere nasıl insafsız, acımasız bir şiddet uyguluyor, benim erkek aklım almadı.
İzlerken "İyi ki, güçlü olan kadınlar değilmiş" diye düşündüğüm olmadı değil..
Öyküyü iki anlatıcıdan izliyoruz..
Kadın, geçmişi anlatıyor.. Erkek yaşanan günü.. Hoş bir kurgu yapmış yazar Gillian Flynn.
Kitap best seller olmuş zaten. O yüzden filme çekmeye karar vermişler. Senaryoyu da gene yazara, Gillian Flynn'e ısmarlamışlar..
Karı koca.. İkisi de sahtekar.. İkisi de yalancı.. İkisinin de yapmadığı, çevirmediği dümen yok..
Sonra günün birinde kadın ortadan kayboluveriyor. Erkeğin anlatımı o gün başlıyor ve devam ediyor işte.. Kadının anlatımı ise, o güne kadar olanları..
Öğreniyoruz ki, Ben Affleck ve Rosemund Pike, New York'ta yaşayan iki genç. İkisi de yerel birer dergide yazıyorlar.. Tanışıyorlar ve evleniyorlar.. Sonra erkek işini kaybediyor. Erkeğin ailesinin yaşadığı küçük bir kasabaya taşınıyorlar..
Kadının dehşeti ve vahşeti de orda başlıyor işte..
Bir insan bu kadar mı caniyane planlar kurar, bu kadar mı acımasız uygular?.
Film beni öylesine sardı ki, onunla ilgili ne bulursam okumaya başladım..
Bulsam romanı da okuyacağım..
Ama hem romanı okuyup, hem filmi izleyenlerin görüşlerini buldum Allahtan..
Kitapta, kadın ile erkek arasında tamamen tarafsız olan yazar, filmde açıkça, erkeğin tarafını tutmuş.. Öyle diyor, ikisini de bilenler..
Haklı olabilirler.. Çünkü filmi izlerken, Ben Affleck'in oynadığı o rezil tipe acımaya başlıyor seyirci ve onun tarafını tutar oluyor..
Düşünün, kendisine her yapılanı hak edecek bir rezile acıyorsunuz.. Çünkü kadının planları ve yaptıkları, o rezili, o iğrenci bile mağdur duruma düşürüyor.
Görmediyseniz, son yılların en güzel filmlerinden biri Kayıp Kız.. Mutlak görün.. Sonra da tartışın..
Kadına şiddet mi var, dünyamızda?.. Yoksa güçlünün şiddeti mi?.
Fizik gücü.. İktidar gücü.. Silah gücü.. Aklınıza ne gelirse onun gücü kimdeyse, şiddeti uygulayan o olmuyor mu, her tarih ve coğrafyada..
O zaman ikiye ayrılıp "Kadının ezilmesi" diye böleceğimize savaşı "İnsanlar ezilmesin" diye birleşsek.. El ele versek.. Savaşı birlikte sürdürsek, "Başarı" daha yakın, daha kolay olmaz mı?.
"Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim..."