Dış medyayı, dünyayla ilgili ekonomik haberleri ne kadar izliyorsunuz bilemiyorum.. Hayli kritik günler yaşıyoruz. Uzmanlar ve ekonomik kuruluşlar, "Yeni bir küresel krizin eli kulağında" diyorlar. Dünyanın büyük bir bölümü henüz geçen krizin etkilerini atlatamamışken, yeni bir krizin eskisinden de sarsıcı olacağını tahmin etmek zor değil.
Koca Amerika hala kendine gelemedi. Avrupa'nın büyük bir bölümünde, halkın büyük çoğunluğu sıkıntı içinde.. İşsizlik, parasızlık.. Yunanistan, İspanya gibi dünün refah ülkelerinde insanlar şimdi kıvranıyor.
Ekonomik durumu bozuk dünyanın siyasal durumu da iç açıcı değil.. Savaşlar, iç savaşlar, terör, bombalar, intihar saldırıları.. Açın herhangi bir haber kanalını.. Alt yazıya 30 saniye bakın, mutlak bir kitlesel ölüm haberi geçecektir.. Öylesi..
Böylesi kapkara bir dünyada, Türkiye, ekonomik krizden etkilenmeyen ender ülkelerden biri. Siyasal krizde de, dünyanın aksine Türkiye'de olumlu bir gelişme başlattı, Açılım süreciyle ölümler durdu.
İşler bitti mi?.
Hayır..
Türkiye, dünyanın tam tersine bir resim ortaya koydu.. Tamam.. Ama bir gerçeği gözden kaçırmamamız lazım. Biz krizlerin üzerinde duruyoruz ama bıçağın da sırtında duruyoruz. Yanlış bir adım, en küçük bir dengesizlik bizi de krizden boğulan ülkelerin arasına yuvarlayabilir..
Acısını kim çeker?. Tuzu kuru olanlar değil tabii.. Orta sınıflar ve orta alt sınıflar.. Yani çoğunluk. Yani halk..
Dünya böyle kritik günler yaşarken, bıçak sırtı dengede duran Türkiye ne yapmalı peki?.
Fevkalade akıllı olmalı, bir.. Fevkalade soğukkanlı davranmalı, iki.. Fevkalade kenetlenmeli, üç..
Peki bugün manzara nasıl?.
Fevkalade öfkeye kapılmış, birbirine gözü kara saldıran liderler. Yangına körükle gidenler.. Bölünmeyi hatta paramparça olmaya çevirmek için çırpınan bulanık su avcılarının kucaklarına düşenler..
..Ve olup biteni şaşkınlıkla izleyen, yarın kriz patlak verirse, kurban durumuna düşecek halk..
Şu anda, en soğukkanlı, en toparlayıcı olması gereken kişi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan..
Ülkenin lideri olarak sorumlu durumda zaten. Ama iktidar partisinin lideri olarak da, iktidarları değiştiren en belirgin unsurun ekonomik kriz olduğunu bilecek durumda..
Ülkeyi krizden uzak tutmak için, iç barışı sağlaması gerek..
Nasıl?.
Bir defa, Mustafa Balbay'ı bırakıp, BDP'li vekilleri içerde bırakan, yorum farklarını ortadan kaldıracak bir acil yasa ile, "Açılım Süreci"ne yeniden ivme kazandırarak..
İkincisi.. Öfkeli bir yüz ve ifade ile, zaten korku ile gelişmeleri bekleyen insanları daha da endişeye sevk etme yerine, kendine güvenen, ne yapacağını bilen ve halkının tamamını kucaklayan bir liderin sevecenliği ile konuşarak ve davranarak, geniş kitlelerin moralini yükselterek.
Başından beri söylediğimi bir daha tekrar etmek istiyorum..
Başbakanın kraldan fazla kralcı, kendisine durmadan gaz veren, ondan öte giden danışmanlara ihtiyacı yok. Tarihe bakın. Böyle danışmanlar liderlerine hep sorun yaratmışlardır.
Danışman şeytanın avukatlığını yapacaktır yeri gelince.. "Hayır" diyecektir, gerektiği yerde..
Bunun için de, danışmanın hiç bir maddi ve siyasal beklentisi olmayan "Akil" adamlardan seçilmesi gerekir.
Geçen gece Sami Selçuk'u dinliyordum geçen akşam. Eski Yargıtay Başkanı.. Gelmiş geçmiş en saygın başkanlardan biri. Çünkü, "Hukuk" ve "Demokrasi"den başka hiçbir şeye inanmadı. Kimsenin adamı, kimsenin yandaşı olmadı.
"Henüz hiçbir şey için geç değil. Başbakan soğukkanlı davranarak her şeyi lehine çevirebilir, ülkeyi rahata çıkarabilir" diyordu, hem de en muhalif kanallardan birinde.
Başbakan bu konuşmayı buldurup okumalı bence..
Mart sonunda seçimler var. Ortalık, daha da gerginleşmeye çok uygun olacak.
İşte tam bu ortamda, her konuşması, her kanaldan anında yayınlanan başbakan, öfke ile bağırırken mi, yoksa insana güven veren bir gülümseme içinde herkesi kucaklayarak, fevkalade soğukkanlı konuşurken mi inandırıcı olur?.
Bu iki görüntünün hangisi, oy getirir?. Özellikle kararsızların oyunu..