Önce Gönül Oran'ın Montreal'den (Kanada) gönderdiği notu okuyalım..
"90'ların sonunda Amerika'da bir hanım McDonald's'dan aldığı kahveyi kendi arabasında kazara üstüne döküp yanınca, 600 bin dolar aldı şirketten mahkeme dışında uzlaşarak!"
Pegasus uçağında servis edilen kahve öyle kaynarmış ki, sarsıntıda üzerine dökülen 12 yaşındaki çocukta birinci ve ikinci derece yanıklar oluşmuş, annesi mahkemeye başvurmuştu da, onun üzerine yazmıştım ya..
Amerika'dayken yıllar önce gazetede okumuştum.
McDonald's'da hamburger ve kahvesini alıp masasına giderken, kalabalıkta bir çarpmayla, kahve kadının bacağına dökülmüş..
Feci yanık.. Kadın 3.5 milyon dolar tazminat almıştı.
Çünkü fast food restoranlar tehlikeli alan.. Orada 80 derecenin üzerinde sıcak meşrubat servis etmek yasak. Kadının bacağına dökülen kahve ise 90 derecenin üstünde..
Gönül Hanım onun üzerine yazıyor işte, bu ikinci olayı.. Drive İn'e yanaşıp kahvesini almış kadın ve arabanın içinde üzerine dökmüş..
McDonald's'ın günahı..
Kaynar kahve satmak..
İnsanın değeri orda bu işte.. Yüzlerce, binlerce örnek var..
Peki ya bizde..
Pegasus'un umurunda değil.. Çocuğun annesini muhatap bile almamışlar.
Neyse..
İşte son üç, son üç günde gazetelerde yer alan haberlerden ikisi..
Dün Savaş Ay, bizde nefis bir yazıyla dramı anlatmıştı..
Milli atlet, 1500, 5 bin ve 10 bin metrelerde şampiyonlukları var. Murat Karabaş!. Spor Akademisi mezunu.. Öğretmenlik için sırada bekliyor. Nişanlı.. Beklerken para kazanmak için çalışıyor, inşaatlarda amele.. Bodrum'da bir okul inşaatı son işi.. Hayatının sonu..
Duvar çöküyor, Murat altında kalıyor. Ölüsünü çıkarıyorlar..
Savaş cenazeyi yazmış.. Milli atlet gitmiş..
Cenazede Bodrum Kaymakamı yok. Belediye Başkanı yok. Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi yok (ki ayni mesafeleri koşardı, Terzi..) Tabutun üzerinde bir bayrak bile yok..
"Bir milli sporcuya verdiğimiz değere bakın" diyor Savaş..
Ben "Bir insana verdiğimiz değer, peki" diyorum.. Bodrum'da savcı yok mu?.
Bir duvar yıkıldı, bir insan altında kaldı, öldüyse, bunun sorumluları vardır mutlak?.
Birisinin soruşturulduğu, tutuklandığı, hakkında dava açıldığını duydunuz mu?.
Bu duvar Amerika'da çökse biri altında kalıp ölseydi, neler olurdu bir düşünün?.
9 yaşındaki Emir Efe Cömert lösemiden öldü. İlik nakledilse kurtulacaktı.
Türkiye'de iki ilik merkezi var, her şeyleri eksik.
Ankara'daki yılda 120, İstanbul'daki 250 hastaya ilik bulabiliyor, analiz imkânları kısıtlı olduğu için. Emir'in babası acı içinde.. Yurt dışından ilik bulmuş. İstanbul Tıp Fakültesi sorumluluğu kabul etmemiş.. Dahası..
Türkiye'de analizler yanlış..
Emir için yanlış ilik aranmış meğer, ondan bulunmamış belki de..
Yani rezilliğin bini bir para.. Ama Emir'in, 9 yaşında dünyaya doymadan giden Emir'in canı 1 para bile değil..
Bu ölümden bir sorumlu arayan bir, tek bir savcı duyan oldu mu?. Bu savcılar gazete de mi okumazlar?. Niye "Resen" harekete geçmezler?.
Yıllardır, aylardır, günlerdir nelerin peşinde olduklarını gördüğümüz savcılarımızdan biri, bu pisi pisine ölümlerin peşine düşüyor, sorumlu buluyor, mahkemeye veriyor, ağır cezalar istiyor mu?.
Nasıl "Kamu avukatlığı"dır bu?. Mahkemelerden ibreti alem cezalar çıkıyor mu ki, bundan böyle sorumlular meydanın boş olmadığını görsün, gerçekten sorumlu olsunlar?.
Şu anda bin hasta varmış ilik bekleyen?.
Hadi bu ülkede "Umutlu" olun bakalım!..