Cumhuriyet tarihinde, hür ve hilesiz seçimlerle üst üste üç defa seçilmiş tek lider olduğunu, New York Times ağır şekilde eleştirdiği baş yazılarında söylüyor. "Sezar'ın hakkı Sezar'a" örneği..
Türkiye'de de ağır eleştiriler alıyor.
Bunların içinde başından beri yaptığı her şeye muhalif olanlar var. Onları geçelim.
Her yaptığını alkışlayanlardan farkları olduğu söylenemez.
Ama daha düne kadar en yoğun şekilde arkasında olan, hele Anayasa referandumu sırasında tam destek veren liberallerin eleştirilerine dikkat etmek gerek.. Özellikle buradan gelen etkili seslere karşı "Böyle bir lidere politika mı öğreteceksin" diyen meslektaşlarımız var.
Haksızlar..
Başbakan bize gazeteciliği öğretiyorsa, bizim de ona politika hakkında bir şeyler söyleme hakkımız var demektir, en azından mantık açısından.
İşin politik yanına gelirsek, demokrasilerde üçe ayrılan güçlere, yani Yasama, Yürütme ve Yargı'ya bir dördüncüsü eklenir..
Basın..
Yürütmenin basını yönetme hakkı yoktur ama, basının her üç gücü de denetleme görevi vardır.
Yani ülke politikacılarını eleştirmek, basının asli görevi, varlık sebebidir. Bunu kabul edelim, sonra da oturup, bağırıp çağırmadan, hedef göstermeden, tehdit etmeden "Susturun, koymayın yazılarını, konuşturmayın" çığlıkları atmadan, baskısız, sansürsüz tartışalım.
İşte o zaman "Demokrat" oluruz. "Demokrat" lafının önüne "Gerçek" sıfatını koymuyorum. Çünkü demokratın ölçüsü olmaz. Ya demokratsındır, ya değil..
Durmadan yazıyorum.
"Yaşasın faşizm" diye bağıranı dinliyor, sonra kendi fikrini söylüyorsan, demokratsındır.
"Susturun şu faşisti" diye bağırıyorsan, bizzat faşistin ta kendisi sensin..