Bu hafta sonu kendi gazetemi çok sevdim.. Öyle şirin yazılar vardı ki..
Haşo'nun "Pi'nin Yaşamı benim filmim değilmiş" deyişi nasıl güzel bir ders hepimize.. Bence muhteşemdi Pi!.. Haşo sevmemiş. Sevmek zorunda da değil.. Bunu nasıl özetliyor, filmi kötülemeden..
Erdal Şafak'ın Otoyolda'sı bir yoldan geçen arabalara bakıp, neler neler söylenebileceğini anlatıyor.. Trene "Gazeteci" gibi baktın mı, fark yaratırsın..
Bulgaristan'dan, bayrakları, forma ve kaşkolleri ile Galatasaray maçı seyretmeye gelenler varmış, bilir miydiniz?.
Nerde televizyonlar?. Nerde röportaj yazarları.. Bin Edirne'den otobüslerine.. Bak neler çıkar?.
Hasan Bülent Kahraman'ın "Huysuz ve Tatlı Kadın" yazısındaki lezzeti anlatmam zor. Siz en iyisi, Pazar Sabah'ta aslını bulun, okumadıysanız.
Nur Çintay'ın "Meğer Akil Adam, çok yemek yiyen, obur, pis boğaz demekmiş" diyerek İstanbul'un yemek yenen yerleri üzerine bir sayfası var, insanı akil yapar..
Yusuf İzel'in "Teferrut" köşesinde bir Kenan İmirzalıoğlu-Kıvanç Tatlıtuğ karşılaştırması yapmış. Olmaz böyle şey?. Yaşa Yusuf yaşa!.. Hayranları ne ayrıntılar öğrenecek okurken..
Atilla Dorsay "Çatladıkapı Nasıl Çatladı" başlığı altında, İstanbul'u bekleyen şehircilik tehlikelerini, tarih ve estetik zevkli bir kent mimarı gibi öyle bir anlatıyor ki?. Ama "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil" güzellemesi, ne yazık ki..
..Ve Mehmet Barlas..
Benim yaşımda bir ihtiyarın, mesela benim, 12 yaşında bir kız çocuğunun ayağını yıkayıp sonra da öptüğünü You Tube'da izleseniz neler olurdu bir düşünün.. Ya da zahmet etmeyin, Mehmet Barlas'ı okuyun..
Bu işi yapan yeni Papa olunca, yorum nasıl farklı oluyor..
Hele bu Papa'nın sırtında tonla, geçmiş Papa'nın göz yumduğu bir yığın çocuk tacizcisi rahip rezaleti dururken..
Zemin ve zaman, görünenin anlamını nasıl kökten değiştirebiliyor onun dersini vermiş, Memo!..
Bugünden bakıp geçmişe, İstanbul'dan hayat boyu çıkmayıp Şirnak'a sövmenin yanlışlığı daha nasıl anlatılırdı ki?.
Şu anda da önümde Erdal Müdürümün bu defa Genel Yayın Müdürü imzasıyla "Sabah'tan Mektubu" duruyor..
Geçen hafta gün gün nasıl özel haber manşetlerle çıktığımızı anlatıyor Erdal..
Tüm gazetelerin ajanslara teslim olduğu günümüzde her gün özel haber gerçekten alkışa layık..
Ne var ki, "Balyozcu Paşa" deyişini sevmedim. Yargısız infaza girer bir. Bir insanı durup dururken küçük düşürür iki..
Anlattığı olay da, aslında, filmlere konu olacak kadar duygusal ve trajik bir "İnsanlık Öyküsü"nün tüm unsurlarını içeriyor. Keşke o yanı öne çıkarılsa, keşke "Üç çocuk" isteyen Başbakan'ın sözlerine paralel anlatılsa ve sunulsaydı!..