Yani son yıllarda bu kadar içime akıta akıta izlediğim film olmadı.. Bu kadar severek, bu kadar bitmesini istemeyerek..
Adı üstünde.. Bir rüyaydı, Kelebeğin Rüyası.. Hani Behçet Necatigil diyor ya filmin sonunda...
"Belki bir kelebek o kadar memnun ki rüyasından Uyanmak istemiyor uykusundan.."
Aynen öyle oldu işte..
Uyanmak istemedim.. "Sürmeli" dedim.. "Bu rüya sürmeli.."
..Ve de Yılmaz Erdoğan'a kızdım..
138 dakika sürüyor film.. 2 saat 18 dakika.. Aslında daha uzun çekmiş de, kurguda "Uzun oldu" demiş Erdoğan.. 20 dakikasını falan kesmiş.. Yazık etmiş..
Bu 138'e bile "Uzun" diyenler var.. Efendim, temposu düşüyormuş..
Daha hızlı olmalıymış film..
Ne bu?. Aksiyon filmi mi, hızlı olsun..
Bu şiir.. Hem de ne şiir?..
Dostluğun şiiri..
Yok!.. Yok!.. Aşk hikayesi falan değil, karıştırmayın sakın..
Öyle ayni kıza aşık iki genç şair, falan filan.. Onlar filmin fantezileri..
Kelebeğin Rüyası iki dostun, ölüme mahkum iki gencin arasındaki dostluğun, insanlığın, insancıllığın şiiri..
Adım adım gidecekler tabii, koşarak değil.. Hatta iki adım atacak, duracak, bakacaklar..
Sonra iki adım daha..
Ne kadar dururlarsa kâr..
Çünkü menzil yakın.. Girdikleri handan çıkacakları ikinci kapı yakın.. Vakitleri dar oysa biliyorlar..
O dar vakte sığdıracakları o kadar çok şey var ki, oysa..
Şiirlerini duyurmaları gerek..
Duyurmanın tek yolu var.
Zamanın tek yaygın sanat dergisinde, Varlık'ta yayınlanması..
Ayda bir çıkıyor dergi. O ay olmadı, bir ay daha.. Ama bir ay daha bekleyebilecekler mi acaba?.
Verem.. İnce hastalık.. O yılların idam fermanı..
Verem oldun mu ölürsün..
Önce toplum öldürür seni.. "Bulaşmasın" diye kaçarlar senden.
Elini tutmazlar, öpmek ne kelime.. Çocuklarını kaçırırlar..
Hele kızlarını..
Ama genç onlar.. Sevmek hakları.. Mutlu olmak hakları, Kelebeğin Rüyası kadar kısa da olsa.. Kelebeğin ömrü ne ki zaten, rüyası ne olsun?.
Ama ya Kelebek değillerse..
Ermiş rüyasında kelebek olduğunu görmüş.. Uyanınca düşünmüş.. "Ben insanım da rüyamda kelebek olduğumu mu gördüm.. Yoksa kelebeğim de, şimdi rüyamda insan olduğumu mu görüyorum.."
Rüya, değil.. Sevmeleri lazım..
Sevmeyi seviyorlar çünkü, şiir uğruna.. Şair olmak için aşk lazım, ölüm yetmiyor tek başına..
Sevmenin oyununu oynuyor onlar da, şiirle karıştırıp..
Bir genç kız görüyorlar..
Sosyetik.. Zengin.. Sınıflar dolusu yukarda, bu veremli işçi çocuklarından.. Ulaşılmaz yerde.. Vakit de az ya.. Şiirle ulaşma oyunu kuruyorlar.. İkisi de birer şiir yazacaklar kıza.. Kız hangisinin şiirini beğenirse artık..
Hani dersiniz ya bazen "Bu iş bu kadar" diye ellerinizi çırparken.. "Bu iş bu kadar.. Daha iyisi yapılmaz.." Ve orda bırakırsınız artık o işi yapmayı..
Yılmaz Erdoğan'ın yerinde olsam öyle derdim işte.. "Bu iş bu kadar!.." Başka da film çekmezdim..
Nasıl güzel, ama nasıl güzel bir film yapmış..
Hani derler ya.. "A'dan Z'ye.."
A'dan Z'ye güzel film..
Senaryosu harika.. Çekimleri harika.. Görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, herkes yazdı zaten harikalar yaratmış.. Müzik harika.. Rahman Altın da harikalar yaratmış..
Ama asıl oyuncular harika..
Rüştü Onur'u oynayan Mert Fırat, harika üstü.. Yani Rüştü Onur başka nasıl oynanırdı düşünemiyorum bile..
Kıvanç Tatlıtuğ, duvarları yıkmış.. Klişeleri yıkmış..
Hani mankenden, mankenden başka şey olmaz ya bizim dilimizde..
Gitsin görsünler, mankenden neler oluyor?. Kıvanç sadece kendisini değil, mesleğin adını da kurtarmış.. Farah Zeynep Abdullah, "Yardımcı kadın oyuncu" Oscar Adaylarını gördüm..
Onların arasında olurdu rahatça.. Öylesi.. Belçim Bilgin, liseli öğrenci için yaşlı duruyormuş.. Bana ne?. O role oturuyor ve altından kalkıyor, ona bakarım ben..
Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Barlas, Salih Kalyon minnacık rollerinde döktürüyorlar..
Yılmaz Erdoğan öyle yönetmiş ki oyuncuları.. Filmin o enfes açılış sahnesinde, mükellefleri madene götüren figüran jandarmalar bile "Oynuyor!.."