Şimdi hemen ayni günlerde yaşanmış iki olay.. İkisinin de görüntüleri ekranlarda..
Gazetelerde.. Biri orta boydan biraz büyük, öteki küçük haber muamelesi görmüş..
Oysa ikisini yan yana koydunuz mu, ortaya korkunç bir tablo çıkıyor.. İnsanı uzun uzun düşündürecek bir tablo..
Birinci haber..
Genç adam avukat.. Sıradan değil.. Çağdaş Avukatlar Derneği Başkanı bir sivil toplum örgütü lideri. Çağdaş Avukatlar, Barolardaki solcu, ilerici gurup..
Savcılık yıllar öncesine ait bir takım dosyaları karıştırıyor.
Artık esamisi bile okunmayan 1980 öncesi bir terörist dernekle ilgili soruşturma başlatıyor. Eş zamanlı baskınlarla yüze yakın insanı göz altına alıyor..
Genç adam bu sırada yurt dışında. Haberi duyunca, adının gözaltı listesinde olduğunu öğrenince ilk uçakla yurda dönüyor..
Polisler, terminal girişinde değil, uçağın kapısında bekliyor, orda kelepçe takıp götürüyorlar.
Savcı "Tutuklama" istiyor. Mahkeme, haberi alınca hızla dönen genç adamı "Kaçma Tehlikesi" diye tutukluyor..
Suçlu mu, değil mi, daha belli değil. Ama karar kesin.. "Tutuklu yargılanacak.."
İkinci haber..
Genç kadın hemşire.. Yoğun bakımda çalışıyor.
Yoğun bakım hastanelerin en kritik yeri.
Hastane görevlileri bile langur lungur giremez.
Oranın çok steril ve çok sakin olması gerek..
Dört hasta yakını, yoğun bakımda yatan akrabalarını görmek istiyorlar. Hemşire "Giremezsiniz" diyor.. Vay sen misin diyen.. Hemşireyi eşek sudan gelinceye kadar dövüyorlar.
Beyin sarsıntısı geçiren kızın kendisi yoğun bakıma kaldırılıyor.
Hemşireyi dövenlerden biri de hemşire çıkmaz mı?.
Yani oraya girilmeyeceğini en iyi bilen, yollarını kesen hemşirenin, kendi hastalarının yaşamı açısından en doğruyu yaptığının bilincinde olan birisi.. Yani suç katmerli..
Ekrandaki görüntü.. Genç hemşire bir yığın serumlara, elektrotlara bağlı, bu defa kendisi yoğun bakımda yatıyor, burnunda oksijen maskesi..
Onu bu hale getirenler, suçları alenen, resmen sabit olanlar serbest.. Mahkeme onların "Tutuksuz" yargılanmalarına karar vermiş.
Ne olduğu belirsiz suçtan göz altı kararı çıktı diye, kendi ayağı ile Avrupalardan hemen gelen önemli bir sivil toplum örgütü liderinin (Yani kaçması söz konusu değil) "Tutuklu", görevini yapan hemşireyi, herkesin ve kameraların önünde bilerek ve bilinçli öldüresiye dövenlerin "Tutuksuz" yargılandığı bir ülkede "Adalet" olduğu söylenebilir mi?.
O Adalet ki, Türk geleneğinde "Mülkün" yani Devletin temeli..
İslam geleneğinde, inancın en büyük şartı..
Dünya geleneğinde, İnsan Haklarının, demokrasinin en vazgeçilmez unsuru.
Fransız İhtilalinden beri insan haklarının tepesinde duruyor.
Lafta değil, sadece..
Kayıtta da var.. Üyesi olduğumuz "Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"nde ve altında Türkiye'nin de imzası olan "Avrupa İnsan Hakları Andlaşması"nda yazılı "Vazgeçilmez haklar"dan biri.. "Özgürlük.. Eşitlik.. Adalet!."
Peki, bugün bir ülkede o genç adam gibi yüzlercesi, suçlarını dahi bilmeden hem de "Mahkum gibi" yıllarca tutuklu yargılanırken, insanları eşek sudan gelinceye kadar dövenlerin, öldüresiye bıçaklayanların, ağzını burnunu kıranların mahkemelere tutuksuz gelip gitmeleri, her hafta, hatta nerdeyse her gün rastlanan ve artık kanıksanan bir "Vukuat-ı adiye" olmuşsa, o ülkede "Adalet"ten söz edilebilir mi?.
O ülke insanları, Adalet'e güvenebilirler mi?.
Mesela ben.. Yarın sabah beşte benim kapımın kırılıp içeri polislerin dolmayacağından, neden suçlandığımı dahi bilmeden hapse atılıp aylar, hatta yıllar boyu orada kalmayacağımdan nasıl emin olabilirim?.
Ya da yarın sokakta giderken birinin bana pervasızca saldırıp, ağzımı burnumu kırmayacağından..
Adam dövmek, bıçaklamak serbest ya bu ülkede..
Güvencem ne olacak, söyler misiniz?.
Sayın Adalet Bakanı, çıksın söylediklerimin neresi yanlış, neresinde abartma var, söylesin..
Söylesin ki, ben bu gece başımı yastığa rahatça koyayım ve ilaç almadan uyuyabileyim..