Sabah sekizde uyandım.. Duş, traş.. Sekiz buçuk.. Tost makinesine iki dilim kepekli ekmek.. Üzerlerine ince bir krem peynir.. Otomatik kahve makinemin 1 ve 5 numaralı tuşlarına dokunup, şekersiz sütlü kahvemi hazırlama.. Kapıdan Sabah gazetemi alıp, masanın üzerine yayma.. Okurken kahvaltı.. Giyinip bahçeye çıkma.. Hava hâlâ güzel.. Kedilerim kucağıma fırlıyor..
Dokuz buçuk.. Gazeteye hareket zamanı..
On.. Odamdayım.. Kapım kilitli.. Yazarken içeri girilmez. Üçüncü Dünya Savaşı çıkmadıysa telefon bağlanmaz..
11.30 yazılar bitti.. Özge ile Bülent bastı.. Foto Maç ve Sabah.com için haftalık spor sorgulaması..
Yarımda Yasemin odaya dalmasa, daha gidecekler..
"Hadi bakalım" dedi Yasemin, "Hıncal Beyin bugün programı yüklü.."
Öyle gerçekten.. Saat ikide Sevgili dost Bülent Eczacıbaşı'yla buluşacağız..
"İstanbul Tasarım Bienali'ni sana ben gezdirmek istiyorum" demişti.
Yemek, yol üzerinde sayılır.. Nişantaşı'na, Hünkar'a uğradım.. Türk mutfağını en güzel sunan dostlarım orda.. Feridun, kardeşi Galip, oğlu Uğurcan!..
Ordan ver elini Galata Rıhtımı.. Bülent İstanbul Modern'in terasında bekliyor.. Boğaz'ın kenarında dünya güzelliği.. Kahvemizi orada içerken, Bülent Tasarım Bienal'inin "Neden"ini anlattı..
"Bu bir sergi, fuar değil.. Bu yüzden onlar kadar popüler olmayacak.. Gezenler, çağdaş, hatta çağ ötesi tasarımlar görmeyecekler çünkü.. Bu başka şey.. 21'inci yüzyılın adı Tasarım Çağı olabilir.. O kadar önemli bu konu.. Oysa istatistikler gösteriyor ki, Türkiye Tasarımcılığın farkında değil.. Bienal fikrinin çıkış noktası bu.."
Bülent "İKSV olarak İstanbul Sanat Bienali'ne başladığımızda burun kıvıranlar vardı. Bugün dünyanın en önde gelen 3 bienali arasındayız.. Tasarım Bienali de öyle olacak" diyor.. İddialı.. Öyle olmak lazım..
Sonra dolaşmaya başladık.. Orda Bülent'in bir konuda yanıldığını fark ettim.. "Bienaller pek popüler değillerdir" diyordu..
Bu bienal müthiş popüler. Fevkalade eğlenceli çünkü.... İnsanı öyle çeken, öyle şaşkına döndüren tasarımlar ve uygulamalar var ki, saatlerinizi harcar, sonra bir daha, bir daha gelirsiniz..
İlk bienalin teması harika seçilmiş..
"Kusurluluk!.." İstanbul'un kusurları.. Dünyada İstanbul kadar kusurlu, ama İstanbul kadar güzel bir şehir daha bulmak zor.. Öyle ki kusurlar, hatta kentin görsel zenginliği.. Bienali gezerken onun farkına varıyorsunuz..
Kusurları görmek, kusursuzluğa giden çözümleri de düşündürüyor size..
Görsel malzemeler nasıl zengin, nasıl çarpıcı..
Mesela..
Bir odaya giriyorsunuz..
Duvar kocaman bir ekran.. İstanbul'un o yapışık düzen apartmanlarından oluşan bir çirkin mahalle.. Kentsel Dönüşüm modası var ya.. Burayı dönüştüreceğiz şimdi.. Ama nasıl.. Odanın tabanında noktalar var.. Dönüşümü kimlerin, nasıl yapmasını istiyorsanız, gidip o noktanın üzerinde duruyorsunuz.. Bastığınız anda, ekrandaki binalar çökmeye başlıyor ve seçtiğiniz dönüşümle yeni İstanbul ortaya çıkıyor..
Örnek.. Dönüşümü TOKİ yapıyorsa, bir kaç saniye içinde ekranda "TOKİ İstanbul'u" felaketini görüyorsunuz..
Yok eğer, Bilbao'dan etkilenerek, kente dünyanın en ünlü mimarlarını davet ederseniz, "Star Mimarlar" noktasında duracaksınız. Ekrandaki İstanbul gene saniyeler içinde yıkılıyor ve Yıldız Mimarların İstanbul'u doğuyor..
Yeşil İstanbul dönüşümü mü.. O noktada durun.. İşte o İstanbul tasarımı..
İş adamları İstanbul'u mu?.. O da var.. Dahası.. İki arkadaş, üç arkadaş ayni anda iki, üç nokta üzerinde durursanız, bu defa onların karışımı bir İstanbul kuruluyor duvarda.. Yani, aslında bir harika oyun bu, saatlerce oynayabilirsiniz.. Ama müthiş de bir düşünce.. İstanbul nereye gidiyor?.
Böyle kaç oda var.. Her birinde ayrı bir fikir.. Her biri bu sayfayı doldurmaya yeter anlatmaya kalksam.. Ama anlatılmaz..
Görmek gerek.. Sabahtan gidip, öğle yemeğini içerdeki o enfes terasta yiyip öğleden sonra devam etmek gerek..
Bitsin istemedim ama Bülent "Gene geliriz" dedi.. "Şimdi gideceğimiz bir bina daha var.."
Hemen orda, Karaköy Rum İlkokulu'nu, Rum Vakfı ile anlaşıp pırıl pırıl hale getirmiş, İKSV.. Bienalin ikinci bölümü orda.. Burası tam gençler için.. Bilgisayar çağında tasarım işinin nereye geldiğini anlatıyor.. Akıl durduran işler.. Ve de korku filmi gibi, dehşet verici, düşünürseniz..
Düşünün o zaman.. Üç Boyutlu Kopya Makinesi desem olur mu acaba?. Aletin kutusuna, diyelim kahve içtiğiniz fincanı koydunuz.. Bilgisayar koyduğunuz fincanı okuyor ve ayni fincanı yapıyor size.. Yani bugün fincanın aynisini yaparsa, yarın Hıncal'ın aynisini yapmaz mı?..
Bir makinenin önünde iki dakika dikildim, elimde kahve fincanıyla.. Dönüşte elime, parmak boyunda üç boyutlu maketimi verdi, alet..
Bilgisayar, internet işi o hale getirmiş ki, köyünüzde kendi traktörünüzü inşa edebilirsiniz artık, hepsi piyasada çok kolay bulunan malzemelerden.. Yapmışlar da.. Örneği orda..
Tam beş kat, tırmandık, dolaştık, tırmandık, dolaştık.. Kapıya indiğimde saat beş buçuktu.. 3 saati bienalde, sabahın sekizinden beri ayaktayım.. Yaş 73 ve gün daha yeni başlıyor..
Ver elini Ortaköy.. Ünal'ı aldım.. Caddebostan Kültür Merkezi'ne gideceğiz.. Süher- Güher Pekinel projesi muhteşem sonuçlar veriyor.. Şimdiden dünyaca ünlü, şimdiden dünyanın en önemli genç yetenekler yarışmalarında ödüller, şimdiden en önemli müzik burslarını kazanmış, dört gencimizi izleyeceğiz..
Köprüden geçiş.. Çifte Havuzlar'da Bedri Usta'da mola.. Hafif bir akşam yemeği için en iyi lezzet..
Sonra CKM!..
BİFO senfoni sahnede yerini alıyor, bu dört genç yıldıza eşlik etmek üzere...
..Ve Elvin geliyor sahneye ilk.. Elvin Hoxha!.. Sevgili Evin'in Boğaziçi gecelerinden üç yıldır tanıyorum onu.. Müthiş bir genç.. 97'li.. Daha 15 yaşında.. Ama bir yılda ne boy atmış.. Bir Sibelius giriyor.. Kemanın en zor parçalarından biri bu.. Ama Elvin, üstelik heyecanı sahneden salona dökülürken, nasıl kendinden geçmiş çalıyor, bizi de kendimizden geçirerek.. Alkış.. Alkış.. Bis.. Bis.. Bis..
Salonda tek boş yer yok.. Eklenen sandalyeler var.. Hani bizim millet böyle şeylere meraklı değil, o yüzden gazeteler, televizyonlar izlemez, yazmazlar ya..
Acılı arabesk gecelerini bir ay önceden başlayıp anlatmaya doyamayan medyamızdan tek, ama tek kişi yok o gece orda.. Ne bir kamera, ne bir foto muhabiri.. Bir ben..
Peki bu millet nasıl ve niye dolduruyor o salonu, hiç düşündün mü, Sevgili Ahmet Hakan dostum?. "Bu dünya harikası gençleri, biz teşvik etmezsek" diye düşündün mü, hiç, yarınlarımız ne olur?.
Sonra Dorukhan Doruk.. Bir harika çelist ve Schumann..
Sonra Yunus Tuncalı.. Piyano ve gene dünya zoru bir parça.. Rachmaninof!.. Nasıl oynuyor tuşlarla Yusuf!.. Bir dünya starı daha geliyor, haberiniz olsun..
Ve en son, en merak ettiklerimden, Veriko Çumburidze.. Bir sihirli kemandan Brahms!.. Gel de sevme..
Salon gene yıkılıyor.. Veriko da defalarca geri geliyor, ayakta alkışlara selam vermek için..
Gözlerim Şef Sascha Goetzel'de.. Veda selamına, o harika gecenin dört harika genciyle birlikte çıkması gerek çünkü.. Öbür gençler de kuliste çünkü.. Olmadı.. Eee.. İstanbul, Kusurluluk kenti.. İlle olacak..
Pekineller'i bekledim kuliste yaptıkları muazzam işten dolayı kutlamak için.. Ama çıkamadılar sahne arkasından bir türlü.. Sevinci, coşkuyu, gururu paylaşmaya doyamıyorlar demek..
Yorgunluktan ölüyorum.. Dedim ya, yaş 73!.. Sabah sekiz, gece onbir, ayakta..
Kilis'teki çocukluğum aklıma geldi.. Böyle gece gezmeleri sonunda gözlerim kapanırdı eve dönerken.. Sonra bir açardım, sabah olmuş yatağımdayım.. Babam kucaklar eve taşır, annem soyar pijamalarımı giydirirmiş.. Öyle bir mucize olsa gene.. Adım atacak halim yok, çünkü... Ev de öteki kıtada, iyi mi?..
Elvin geldi yanıma..
"Sizi görmek beni nasıl mutlu etti" dedi.. "Beni nasıl teşvik etti varlığınız.. Bu gece sizin için çaldım!.."
Bütün meslektaşlarıma soruyorum.. Hayatınızda hiç böyle bir ödül aldınız, böyle bir mutluluk yaşadınız mı?.
Tüm yorgunluğum uçtu gitti..
Yanımdaki Ünal'a döndüm..
"Yahu şu halı sahalar gibi, basket sahaları yok mu?. Gidip iki basket atalım" dedim, "Yatmadan!.."