"Evet " deseydi, bugün Hilton otellerinin sahibi Suna Soley adında bir Türk kızı olacaktı.
Genç Nick Hilton, babası Conrad Hilton ile İstanbul'a geldiğinde yer yerinden oynadı. Nasıl oynamaz! 300 odalı koskoca Hilton Oteli açılıyor. Hiltonlar iki uçak dolusu misafirleriyle geldiler. Hollywood'dan yıldız yağdı. 13 Haziran 1955'te Hilton açıldı. Türkiye'nin ilk beş yıldızlı oteliydi.
Nick Hilton, dünyanın tüm dergilerinde sık görülürdü. İstanbul'a geldiğinde Liz Taylor'dan yeni boşanmıştı.
Hilton'un açılış gecesinde 1955 Avrupa İkinci Güzeli Suna Soley protokol masasındaydı. Nick Hilton, dönemin güzel yıldızı sevgilisi Terry Moore ile Suna Soley'in arasında oturuyordu. Hele hele, Hilton açılışındaki külotsuz Terry Moore skandalı var ki uzun hikâye, İstanbul, "Aşk, Ekmek, Hayal" kitabımda yazdım.
Sevgilisini unutan Nick, dansa kaldırdığı Suna Soley'e evlenme teklif etti. Suna Soley kabul etmedi. İlk kez reddedilen Hilton şaşkın, kalbi kırık İstanbul'dan ayrıldı. Suna Soley hiç konuşmadı.
İstanbul'un siluetini ilk değiştiren bina olma şerefine ulaşan Hilton öyle gümbürtü yarattı ki, memleketin insanı korktu.
"Nedir bu şey?"
"100 metredir boyu, 620 bin metrekare arazidir, böylesi hiç görülmemiş."
"Breh, breh, breh... Bi toprak ağası eksik."
"Olmaz mı hiç. Her toprağın bir ağası bulunur. Hilton'un Amerikalı Kaymakamı, karakolu varmış. Bir tümen amele çalışırmış içerde. (Personel 415 kişiydi.)
"Beş yıldızlı otel diyorlar ne anlama gelir?"
"Cümle otellerin mareşali demektir efendi!"
"Çalışanın hepisi amele değil, İstanbul'u fethetmek için Amerikalı asker komuş."
"Truva atı gibi demek istiyorsun bey..."
"Truva atını biliyorsun demek, hiç göstermiyorsun oysa."
"İstanbul'u Amerikan askeri işgal edecek ha! Lan Amerikalı! Çıkar askerini! Görsün Sakarya Memetçiğinin torunlarını... Gidi muhallebiciler, Jon Vayne filmi değil lan bu! Dan dun kızılderili biçebilen. Heeey!.. Ceddin deden neslin baban..."
Sirkeci ve Tepebaşı otelleri apartman büyüklüğünde olduğundan 300 odalı Hilton'dan gezegen gibi söz ediliyordu:
"Kravatsız sokmazlarmış efendi. Kapıda izbandut gibi Amerikalı varmış, kravatın yoksa yakana yapışır, Höst lan, ahıra mı giriyon dermiş. Kravatsızlar adamdan sayılmazmış. Heee yok kravatın, ama Amerikalının gözü seni kesti. Verirmiş bi kravat, "Geç lan hadi" dermiş."
Anıların, hep anılmak istenenleri gülümsetenler..