Kimseler yere göğe koyamıyor günlerden beri.. Bir övgü yarışı inanılmaz.. Hemen bütün eleştirmenler, filmle ilgili yazı yazanlar, röportaj yapanlar hatta, filmin güzelliğini anlata anlata bitiremiyorlar.. Yani öyle bir baskı oluştu ki, mahallenin üstünde, "Bu ne" diye sormaya kalksanız, başınıza taş yağacak.. Onun için anlamış ve bayılmış görülmek zorundasınız..
Bizim mahallede bir küçük çocuk da yok, annesinin eteğini çekip "Kral niye çıplak" diye soracak..
Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da adlı, Cannes Film Festivali'nde ikincilik ödülünü paylaşmış filminden söz ediyorum..
"Benim paramla, on para etmez.."
Bu laf bir alıntı. Filmi izleyen meraklı bir yabancı seyircinin "İki cent eder" lafını çevirdim..
"2.5 saatlik sıkıntı.." Bu da bir başka yabancı seyircinin lafı.. Dışarda bir iki festivalde gösterildi ya.. Orda izlemişler..
"Sıkıntılı ama estetik" demiş, bir başka yabancı..
Bunları birleştirdim, başlığımı yaptım..
"2.5 saatlik estetik sıkıntı.."
Niye böyle dedim.. Çünkü filmde gerçekten çok estetik görüntüler var.. Mesela, adam elma ağacını sallıyor.. Elmalar yerlere dökülüyor. Ağaç bayırda.. Bir elma bayır aşağı yuvarlanmaya başlıyor, kamera peşinde.. Elma yuvarlanıyor, yuvarlanıyor, yuvarlanıyor (Sıkılmayın.. Benim yerim dar, siz 50 defa daha okuyun..) sonunda bir minik çaya düşüyor.. Bu defa su sürüklemeye başlıyor elmayı.. Sürüklüyor, sürüklüyor.. (50 defa da bunu okuyun..) ..Ve takılıp duruyor.. Şimdi o ağacı sallayan adam ve etrafındaki gurup gece yarısı bir ceset arıyorlar ya filmde.. Sanırsınız ki, elma bir cesede takılacak.. Av Mevsimi'ndeki gibi çayda bulacaklar cesedi.. Yok canım.. Sahne orada bitiyor.. Nuri Bilge Ceylan'ın hoşuna gitmiş, Elma'nın yer çekimi yasalarının varlığını bir kez daha göstermesi.. Durana kadar (Atalet.. Ama potansiyel enerji orada duruyor, fizikçiler.. Bilge biraz beklese elmanın başında, akıntı enerjisi ve elmanın ağırlığı, suyun içinde yokuş aşağı hareketi yeniden başlatacak.. Elmanın peşinden denize kadar gideceğiz.. Gideceğiz de, film o zaman 2.5 saat değil, 2.5 sene sürecek.. Allahtan Ceylan sabırsız (!) da.. Orda terketmiş elmayı..
Ama bakın, sahne gereksiz.. Kesin atın, kimse fark etmez.. Yuvarlanan elma yerine, yokuş aşağı koşan bir kuzu koyun.. O da fark etmez.. Öyle bir sahne işte..
Ama 2.5 saatin iki saat 10 dakikası "Öyle bir sahne, işte" lerden oluşuyor.. Olsa da olur, olmasa da.. Filmin hikayesini 20 dakikada anlatmak mümkün.. 2.5 saat yapmak için, böyle sahneler gerek.. Mesela Anadolu'nun dağ yollarında (Yoksa orası Bosna Hersek mi?. Filmin son jeneriğinde uzun uzun Bosna Hersek ekibi yazıldı. Dahili sahneler için Bosna'ya gitmeye gerek olmadığına göre..) gece ilerleyen üç araba.. Daha doğrusu sadece farlar.. Farların aydınlattığı virajlar.. Ceylan bu sahneleri de öyle sevmiş ki, arabanın içindekiler konuşuyor, ama siz içerde konuşanları değil, karşı tepeye konan kameradan, farları görüyorsunuz.. Dakikalar, dakikalar, dakikalar boyu..
Araçlar dağ yolunda bir çeşmenin başında duruyorlar. Adamlar iniyor.. Komiser, savcı ve doktor.. Bir de sanık.. İtiraf etmiş öldürdüğünü, gömdüğü yeri gösterecek.. "Burası değil" diyor.. Hadi gene dağ yolları.. Gene farlar.. Bir çeşmenin daha yanında duruyorlar.. "Burası değil.." Hadi gene dağ yolları.. Bir çeşme daha.. Bir çeşme daha.. Tekrar.. Tekrar.. Tekrar..
Sonunda bir köyde mola veriyorlar.. Muhtara telefon edilmiş. Adam onları gece yarısı şölen gibi ağırlıyor.. Kuzular kesilmiş, aşlar pişirilmiş.. Yemek biterken, elektrikler kesiliyor.. Bu sırada muhtarın kızı gaz lambası eşliğinde çay servisine başlıyor.. Kız güzel.. Her çaya uzanan, önce kıza dalıyor, bakıyor, bakıyor.. Bu sahne de, tepsideki çay bardakları sayısınca tekrar ediliyor.. Sanıyorsunuz bir şey çıkacak.. Ordan da çıkmıyor.. Zaten film hep bir şey çıkmayan sahneler ve konuşmalarla dolu..
Muhtar mesela, orada savcıya, köyüne bir morg yapılması gerektiğini anlatıyor uzun uzun.. Bir başka sahnede iyi yoğurdun kaymaklı mı, kaymaksız mı olması gerektiği tartışılıyor..
Film boyu, savcı durmadan zabıt tutturuyor.. Bütün zabıtları kelime kelime, harf harf tutuyoruz, bütün yolları metre metre gittiğimiz gibi..
Filmin ilk yarısı hep gecenin zifir karanlığında.. Ertesi sabah nihayet güneşi görüyoruz.. Cesedi de buluyoruz.. Bu arada doktor, katile insancıl davranmaya başlıyor.. Niye?..
Savcı bir arkadaşının "Ben ölücem" diyen karısının dediği gün öldüğünü anlatıp, bunun tıbbi sebeplerini soruyor.. Doktor bilimsel izahlar yapıyor.. Kadın gerçekte, savcının karısı mı yoksa?.
Adam, maktülü niye öldürmüş?. Ayni kadını mı sevmişler?.. Kadının çocuğu aslında katilden mi?.
Bunların hiç biri Ceylan'ın umurunda değil.. Ceylan saatine bakıyor.. 2.5 saat olmuş.. "Yeter" diyor, filmi pattanak bitiriyor.. Bütün soruları havada bırakarak..
Bunu yaparken, kendisini sorgulamıyor da.. Çünkü amacı bir şey anlatmak değil.. Film hiçbir şey anlatmıyor çünkü.. Ceylan göstermekten hoşlanıyor.. Filmin amacı göstermek.. Hoşuna giden her şeyi görüntülemiş, Ceylan.. Yani Allahı var.. İyi de görüntülemiş.. 2.5 saat boyu gösteriyor..
Sabrı olan gidebilir.. Ben ilk yarı sona ererken "Katil benim, boşuna aramayın" diye itiraf zabtını imzalayacak hale gelmiştim, film bitsin diye.... Ama, kendi sabrımı deneme inadım yüzünden sonuna kadar dayandım..
Valla, bayağı iyimişim!. Ama size tavsiye etmem!..