Sevgili Genel Yayın Müdürüm Erdal Şafak'ın yerinde olsam, yazar Erdal Şafak'ı yanıma çeker "Böyle seyahat röportajları yapıyorsun da, neden yıllardır, masa başı işlerle meşgulsün" diye fena halde haşlardım..
Müdürüm, kısa bir tatile çıkmış.. Planları içinde 2 gün de Sakız'a gitmek var. İzmir Temsilcisi dostum Ünal Ersözlü, yanlış anlamış. Rezervasyonu Samos'a yaptırmış. Kalkıp gitmişler..
Madde bir, sevgili müdürüm.. Yanlış manlış yok, tezgah var.. Ünal, Samos'a bayılır. Yıllardır beni de götürmek ister, atlatırım, fakat senin yazıları okuduktan sonra kesin gitmeye karar verdim..
Topu topu 36 saat kalmış Erdal, Samos'ta.. Üç gün köşesinde yazdı.. Ve de neler neler yazdı..
Bu nasıl bir gözlemcilik, izlenimciliktir.. Bıçkın bir İstanbul delikanlısı iken, yıllar önce göçen (1964 sürgünü) Yannis'i anlatırken, nelere dokunmuş satır aralarında.. Yıllar sonra İstanbul'a nasıl özlemle döndüğünü, ama bıraktığı İstanbul'u bulamadığı için nasıl hayal kırıklığına uğradığını anlatışı var.. Bir gün, kesin dönüş izni çıkarsa, İzmir'e yerleşecekmiş. "Kordonda rakı içmek, insanın ömrünü uzatırmış" çünkü..
Öyle seyahat notları ki, içinde hüzün, içinde öfke, içinde nostalji, içinde her şey var..
Minik bir adadaki yaşamı anlatmış Erdal.. Yunanistan'daki ekonomik krizin topluma yansıyışını anlatmış.. Yani internette bulun okuyun, en azından o kadar güzel..
Güzel de, niye iki sütuna, köşe yazısı gibi sıkıştırmış bu harika gezi röportajını.. Ünal'la gittiklerine göre, hatıra olsun diye resimler de çekmişlerdir.. Onları da kocaman kocaman kullan.. Günaydın'da üç gün süren bir tam sayfa röportaj dizisi yayınla.. Millet hem baksın, hem okusun..
Okur olarak böyle şeylere hasret kalmışız..
68 yaşındaki Yannis'in Yunanlı Zorba'daki Anthony Quinn'i andıran tığ gibi kalışını beslenmeye bağlıyor Erdal.. "Zeytinyağı ve hepsi kendi bahçesinde yetişen sebzeler.. Domatesler, biberler, salatalıklar (Onlar 'Badem' diyorlar) patlıcanlar, kabaklar, fasulyeler, börülceler.."
Onlar değil, Erdal "Biz" diyoruz "Badem" diye.. Yannis ve göç edenler "Badem" lafını İstanbul'dan alıp oraya götürdüler muhtemelen.. Ya da biz onlardan aldık, başta.. Onlar geri götürdüler.. Nerden bileyim.. Bildiğim 40 yıl önce Rodos turizm müdürünün bana verdiği ders.. "Kim kimden almış önemli mi?. Önemli olan bu iki milletin ayni şeyleri sevmesi değil mi?."
Ben çocukken Bandırma'da sokak sokak dolaşan seyyar satıcılar "Bademim, Çengelköy'ün bademim" diye bağırırlardı.. Takalarla İstanbul'dan gelirdi, Çengelköy bostanlarında yetişen bademler.. "Badem" dedikleri, nerdeyse kuş parmağım uzunluğu ve inceliğinde hıyarlardı..
Bir de bilek kalınlığında nerdeyse iki karış türleri vardı. Onlar da "Langa hıyarı" ydı..
Langa bostanlarında hıyar.. Çengelköy'de badem..
"Hıyar" lafını sözlüklerden çıkardık.. Şimdi kibar kibar "Salatalık" diyoruz..
Oysa, salatalık, hepsinin adı.. Hıyar, marul, domates, biber, öteki yığınla ot.. Salataya ne konursa hepsi..
Bu "Kibarlık" telaşı ile yüz yıllık laflardan vaz geçmeyi anlamıyorum..
"Sağır yok.. Ayıp.. "Duyma özürlü" (Pardon o da ayıp) "Duyma engelli" var.
Peki, biz Kilis'in Sağıroğulları ailesindeniz.. O ne olacak?. Adamın sağır olması ayıp değil.. Ama ona "Sağır" dememiz ayıp.. Bu nasıl mantıktır?.
Topal ayıp.. Yürüme engelli.. Peki, Cemal Dayıma Topaloğulları'ndan kız aldık. (Sanem Altan'ın anne annesi). Ne olacak?..
Kör ayıpsa, efsane kahramanı, unutulmaz, ölümsüz Köroğlu'nu silecek miyiz?.
Dünyanın en romantik aşk öyküsünün kahramanları Çen ve Gan'dan gelen Çingene adı, niye aşağılayıcı oluyor, gurur verecekken?.
Bir devirde yanlış kullanıldı diye, ne kolay vazgeçiyoruz bazı sözcüklerden..
Bugün ülkemizin bir yarısı "Devrim" öbür yarısı "Ülkü" gibi iki enfes sözcük yerine, söylenmesi zor arapça ve yunancalarını kullanıyor. Niye?.