Bu köşenin 1990'dan beri okurları bilirler.. Ben nükleer enerjiye karşı çıkmadım hiç.. Protestocuların yanında hiç yer almadım.. Niye almadım?.. Onlar zaten her şeyi protesto ediyorlardı da ondan..
Termik santraller kapatılsın. Kömür dumanı havayı kirletiyor.. Hidro elektrik santraller yapılmasın.. Doğa ve tarih barajla gölleri altında kalıyor.. Doğalgaz santralleri yapılmasın.. Dışa bağımlı oluyoruz.. Nükleer elektrik.. Maazallah.. Radyasyon belasına girer..
Ama, elektrik de ithal edilmesin. Ayıptır. Türkiye Bulgaristan'dan elektrik alır mı?. Bu ne rezillik?.. Bu devirde elektrik kesintisi olur mu?. Bu ülkede güvenilir elektrik olmazsa, sanayi nasıl kurulacak, nasıl gelişecek?. Ülkeyi geri bırakmayın..
Elektrik yok diye kıyamet. Elektrik üretmeye gelince kıyamet.. Peki çözüm?.
Nükleer enerji uzmanı değilim.. Ama İTÜ'nün bir reaktörcüğü var ya İstanbul'da, daha çok eğitim aracı diye yapılmış. Onun uzmanlarıyla konuştum. Teknolojinin hızla geliştiğini anlattılar. Çernobil'in artık hurdası çıkmış bir eski teknoloji olduğunu anlattılar.. Ülkemizin etrafında, Ermenistan'da, Bulgaristan'da tonla nükleer santral olduğunu anlattılar. Biz yapmasak da tehlike zaten burnumuzun dibinde ve onlar bize elektrik satıyor" dediler.. Avrupa'nın en gelişmiş ülkelerinde gene yığınla nükleer santral olduğunu haritalarla gösterdiler..
Aklım yattı. Öğrendiklerimi anlattım ve sustum..
Sonra Japonya felaketi geldi.. Sonra dün Jonathan Schell'in "Hiroşima'dan Fukuşima'ya" başlıklı yazısını okudum.. New York Times'ta.. Kim bu Schell?. Yale Üniversitesi'nde Nükleer Çıkmaz üzerine kurs düzenleyen bir bilim adamı..
Müthiş bir yazı..
Japonya'yı arka arkaya vuran üç felaketi anlatıyor. Önce deprem.. Sonra tsunami.. Sonra da, nükleer reaktörlerdeki patlamalar..
"İlk iki şok tabiat ananın eseriydi. Ama üçüncüsünde baş rolü biz insanlar oynadık. Çünkü o reaktörleri biz yaptık" diye giriyor konuya.. Biraz özetleyerek nakledeyim..
***
İnsanlar burunlarını sokana kadar, dünya üzerinde atom enerjisi, fizyon, füzyon diye bir şey yoktu.
66 yıl önce gene Japonya'da Amerika, Hiroşima ve Nagazaki'ye iki bomba attı. O zamanki Başkan Truman "Bu atom bombası.. Uzaydaki temel gücü kullandık. Güneş'in kudretini yaratan enerjiyi, Uzak Doğu'yu savaşa bulaştıranlar için kullandık" dedi.
Geçen yıllar içinde insan eliyle yapılan atom bombasının deprem kadar, hatta sonrasındaki kalıcı radyasyon etkisiyle depremden beter olduğu ortaya çıktı.
1950'de atom enerjisinin aydınlık yüzü araştırılmaya başlandı. Nükleer enerji üreten fabrikalar kuruldu. Başkan Eisenhower "Barış için atom" kampanyasını başlattı. Amerika nükleer silahsızlanma karşılığı başka ülkelere nükleer teknoloji bilgileri verecekti. Kampanya hızla gelişti, ama bu arada Amerika'nın elindeki nükleer başlıklı silah sayısı da 1436'dan 20 bin 464'e çıktı, ne hikmetse..
Nükleer enerji santralleri dünyaya yayılırken sorunlar da başladı..
Birincisi.. Nükleer enerji üreten, atom bombası yapma imkanı da buluyordu.
İkincisi.. Binlerce yıl radyasyon yaymaya devam edecek nükleer artıklar, nerde, nasıl saklanacaktı?.
Üçüncüsü..
Nükleer santrallerin kendileri Çernobil ve Japonya'da olduğu gibi tehlike yaratabiliyorlardı. Nükleer enerji karmaşık ve yüksek bir teknoloji. Ama kazaya uğraması çok kolay.
Tekniğin esası, nükleer zincirleme reaksiyonla elde edilen yüksek sıcaklıkla, suyu buhara çevirmek, bu buhar gücünü de elektrik üretecek dinamoları döndürmekte kullanmak. Ortaya çıkan sorun, elde edilen yüksek sıcaklığın devamlı, aksamadan soğutulması. Soğutma için pompalar, pombalar içinde klasik enerji kaynakları gerek. Bunlarda da bir hata çok kolay. Japonya'da, soğutacak suyu pompalayan jeneratör depremle durunca, pompa durdu. Soğutma durdu ve hızla ısınan reaktörde önce erime, sonra patlamalar başladı. Ardından da radyasyon sızıntısı.
Bir sıcak şeyi, üzerine soğuk su sıkarak soğutmak kolay bir teknoloji ama, işte bazen aksıyor. Bazen bir tsunami, bazen de bir kontrol düğmesinin başında duran elemanın uykuya dalması yeterli olabiliyor.
Ve bunlar, Japonya gibi dünyanın en ileri teknolojisine sahip bir ülkede olabiliyorsa, ötekileri bir düşünün..
Sorun, daha güvenilir ve yedekli soğutma jeneratörleri yapmak, güvenlik kural ve önlemlerini geliştirmek, sıkılaştırmak, nükleer artıkları yanlış yerlere koymamakta değil.
Sorun, bütün bu işlerin insan gibi asla mükemmel olmayan bir yaratık tarafından yönetilmesi ve kontrol edilmesi.
Dünyayı doğa yeterince tehdit ve tahrip ederken, ona insan eliyle yapılmış yardımcılar vermemize gerek yok.
Bazıları, Japonya'daki gelişmeler üzerine nükleer enerjiden vaz geçilmesini ileri sürüyorlar. Benim başka bir önerim var. Acele karar vermeyelim. Duralım ve düşünelim. Ne zamana kadar?.
Nükleer artıkların başında gelen plütonyumun yarı ömrü 24 bin yıl. Yani 24 bin yılda, reaktörde ortaya çıkan ve saklanması gereken plütonyumun yarısı başka maddelere dönüşüp radyo aktif olmaktan çıkıyor. O zaman bu yarı ömrün yarısı kadar zaman süresinde düşünürsek, acele etmiş olmayız. Yani 12 bin yıl..
Bu arada da, bir yandan yeni enerji şekilleri ararız.. İ
şte ancak o zaman, atomu bölmekle iyi bir iş yapmış oluruz.."
***
İnsanın kanı donuyor değil mi?.