Kendime güzel bir akşam hediye ettim, geçen gün.. Bir rüya hediye ettim.. Önce City's'e gittim.
Tepedeki sinema katının bir altı Toprak Galerisi.. Oraya.. Fikret Otyam bir sergi açmış gene, eşi Filiz'le..
Yıllar önce ilk gittiğim ve ilk Otyamlarıma sahip olduğum sergide, Fikret Ağabeyin yağlı boyalarıyla, Filiz'in kendi el tezgâhında ürettiği dokumalarından oluşan çalışmaları, nerdeyse eşit sayıdaydı..
Bu defa Fikret Ağabey'in 38 yeni tablosu var.. Filiz'in dokumalarıysa bir elin parmakları kadar azalmış..
Ben tablolara hayran hayran bakarken Ataol geldi.. Behramoğlu..
"Bu nasıl bir üretkenliktir" dedi..
Yaş 85.. Şekerin ve yüksek tansiyonun gözlerdeki tahribatı almış başını gitmiş. Görmesi zayıflamış.. Böbrekler bitmiş.
Haftada üç kez diyalize giriyor. Bastona dayanmasa ayakta duramıyor ve yürüyemiyor.. Ama işte 38 muhteşem tablo..
Mucize değil de nedir?..
Ataol'a Filiz'i işaret ettim..
"Mucizenin adı Filiz" dedim..
Tanrı'nın bir erkeğe en büyük armağanı Filiz gibi bir eş.. Filiz yıllardır, tek kişilik yaşıyor. Hayatından Filiz'i çıkardı. Sadece Fikret Ağabey için yaşıyor. Kendisini ona vakfetti..
Ortak sergilerinde Filiz Otyam imzasının her defasında daha az olması ondan..
İnsanı büyüleyen tablolar yapmış Fikret Ağabey gene.. "Karları gördün mü" dedi, Otyam Can..
Görmem mi?. Sergideki en büyük, en güzel ve de en pahalı tablo.. Ama ilk de o satılmış.. Kar dediğin ne nedir?.. Bembeyaz bir doğa.. Ama beyazın tonları var, Fikret Ağabey'de.. Beyazın tonları..
Bir de Güneydoğu kadınının başı, imzasıdır Fikret Ağabey'in.. Muhteşem gözler çizer, sizi tabloya bakarken yakalayan ve içinde gizlediği hüznü kalbinize akıtan gözler..
Her resmin önünde duruyor, her resmin içine giriyorsunuz.. Renkler alıp sizi bir hayal âlemine götürüyor.. Anadolu, buram buram Anadolu burnunuzda tütmeye başlıyor.. Size bakan o gözlerdeki hüzün bile, içinizdeki Anadolu özlemini tetikliyor..
Baktım baktım.. Daldığım hayaller hâlâ kafamın içinde, çıktım.. Arabaya binmek istemedi canım.. Yürüdüm Nişantaşı'nda.. Ayaklarım Niş'e götürdü beni.. Aşkın'a.. Bu defa müziğin insanı en yakalayan, en alıp götürenine..
Duygu, o doyulmaz Veysel'i söyledi, o muhteşem düzenlemeyle..
İki kapılı bir handa, uzun ince bir yolda gittiğimizi söyledi Veysel'in ağzından..
İki kapı tamam.. Yol ince.. Yol zorlu. O da tamam. Ama uzun mu?.. Onu bilen yok.. Seni bu hana getiren kapıyı hatırlaman mümkün değil. Çıkacağın kapıyı da göremiyorsun.. Nerde?.. Ne zaman?.. Kaç yaşında..
O zaman mesele hanın iki kapısı değil.. Mesele yürümek.. O iki kapı arasındaki ince yolda yürümek..
O zaman yürümenin, hâlâ yürüyor olmanın tadını çıkarmalı..
Benim yaptığımı yapsın, yapabilecek olanlar.. Kendilerine bir güzellikler akşamı hediye etsinler..
Önce City's'de Otyamlara baksınlar.. Dalsınlar!.. Sonra Niş'e uzansınlar.. Aşkın ve arkadaşları onları alsın, götürsün..
"Gidiyorum, gündüz gece.. Gündüz gece.. Gündüz gece" derken Duygu, "Tamam, ben de gidiyorum" dedim Aşkın'a..
"Hıncal Ağbi, bu da yolluk olsun o zaman" dedi.. Bir Jan Gabarek'ten Norveç Fiyordları üfledi saksofonda Anıl..
Yolluk oldu gerçekten.. Eve varana dek, ıslıkla üfledim ben de..
Anadolu'nun en güneyinden, Norveç'in en kuzey fiyordlarına yürüdüm, bütün gece..
Rüyamda..