Gazetelerimiz ayni matbaada basılıyordu. Gecenin bir vakti, yazıların dizilmesi biter, sayfayı bağlamak için mürettiphaneye inerdim. Yazının kurşuna dizilmesi, sayfa bağlamak, mürettiphane.. Daha dün.. Ama bugün unutulan sözcükler bunlar..
İstanbul'da yayınlanan Tercüman'ın Ankara baskısı da bizim matbaada yapılırdı.
Kalıp İstanbul'dan uçakla gelir, daha sonra gelişen haberler, bu mürettiphanede hazırlanıp, eklenirdi.
Ben bizim sayfaların başında dururdum. Uğur da Tercüman sayfalarının.. Tanışmamız, dostluğumuz o mürekkep kokuları ve lekeleri arasında gelişti..
O delikanlı müthiş çalışma aşkı, disiplini ve yönetim gücü ile Kemal Ağabey'in (Ilıcak) dikkatini çekince, hak ettiği yere, Tercüman'ın Ankara temsilciliğine geldi. Parlak bir meslek yaşamı geçirdi. Son zamanlarda sesi çıkmıyordu. "Emekli olup memleketine çekildi herhalde" diyordum.
Gazetede "Uğur Reyhan" diye çift sütun ölüm ilanını görünce "İsim benzerliğidir" dedim.. "Koskoca Uğur Reyhan, bir gazetede haber olmaz mı?."
İki gün sonra Ağabeyimin yazısında okudum ki, oymuş.. Ona da Ankara Gazeteciler Cemiyetinden telefonla haber vermişler..
Derken Jülide Gülizar'ın haberi geldi..
Televizyon, radyo spikerliğinin önce Türkçeyi iyi bilmek, iyi konuşmaktan geçtiği günlerdi o zaman.. Bir Zafer Celasun vardı, bir de Jülide.. Dinlemeye doyamazdınız.. Zafer'i erken kaybettik. Jülide 82 yıl yaşadı.
Daha da yaşar mıydı?. Türkçeyi bilmeyen, vurgu nedir, tonlama nedir haberi olmayanların ana haberler sundukları, ana haberlere seslendirme yapıp yoz bir Türkçe yarattıkları ülkede kahrından mı öldü acaba?..
Jülide'nin hakkını verdik bir ölçüde.. Mehmet Barlas, ki onun okuduğu haberleri hazırlayan dairenin başkanlığını yapmıştı İsmail Cem döneminde, enfes bir yazı yazdı dün..
Işık üzerlerine olsun!..