Burası Mozart'ın ülkesi.. Avusturya..
Burası Mozart'ın doğup büyüdüğü kent. Salzburg..
Burası Salzburg'un Mozart'ın adını taşıyan ünlü konser salonu, Mozarteum..
..Ve burada bir Türk, Mozart'ın vatandaşlarına, hemşerilerine. Mozart çalıyor. Mozart'ın Türk Marşı'nı çalıyor.. Ve de öyle coşkuyla çalıyor ki.. Öyle coşturuyor ki.. Sonunda bütün salon ayakta.. Alkışlar.. Çığlıklar..
Arkalarda oturuyor ve tüm salonu görüyorum..
Gözlerim yaşlı. Yanımda Nebil var.. Onun da gözleri yaşlı.. Kanuni'nin orduları ile fethedemediği Avusturya'yı bir Türk parmakları ile düşürüyor..
Bir Türk..
Benim vatandaşım o.. Ben oyum, o an.. Gururla, mutlulukla, coşkuyla oyum..
"Bravo Fazıl" diye sesimin yettiğince bağırıyorum..
"Bravo Fazıl.."
İçimden bir başka ses yükseliyor..
"Ne mutlu Türküm diyene.."
"Türküm" demenin nerdeyse ayıplandığı, unutturulduğu bir ülkeden geliyorum.. "Ermeniyim.. Kürdüm" dersen demokrat, ama "Türküm" dersen faşist oluyorsun ya.. O ülkeden işte..
Oysa işte burada, salonda bir avuçuz, ama Türküz..
Şuradaki Yahudi.. Ama Türk.. Ötede bir Rum var.. Türk.. Sağda bir Kürt.. Türk.. İşte ben Çerkez.. Türküm.. Lazı, Gürcüsü, daha kimbilir nesi, hepimiz Türküz burda.. Fazıl'ın zaferi bizi birleştirdi.. Türk olmanın gururunu beraber yaşadık.. "Ne mutlu Türküm" dedik hep beraber..
Atatürk Milliyetçiliği işte bu..
Uçakta gelirken Time dergisinin son sayısı vardı elimde..
"Bir olarak kazanan ulus" başlıklı bir yazı okudum.. "İspanya Dünya Kupası'nı nihayet kazandı. Ama asıl zafer, futbolun bir ülkenin değişik kimliklerine barış getirmesiydi" diyordu dergi. Bir zaferin İspanya'yı nasıl birleştirdiğini anlatıyordu. İspanya ile ortak noktamız çok. Bu yüzden bu yazıyı size nakletmeye karar verdim okurken.. Yarın edeceğim de..
Ama şimdi daha iyi hissediyorum Time'de okuduklarımı..
Bu defa bir sanat zaferinin bizleri nasıl birleştirdiğini gördüm..
Dünya bir Türk'ün önünde eğilirse, Türk olmanın gururunu yaşarsın.. Türklüğü içinde hissedersin..
O zaferi paylaşırsın.. Kanındaki, doğumundaki farklar yok olur gider..
"O Türk.. Ben de Türküm" dersin ve Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" derken, neyi anlatmak istediğini de anlarsın..
***
Mozart'ın doğum yeri Salzburg, "Müzik" dendiğinde, dünyanın en ünlü kenti.. Bu yıl 90 yaşına basan Salzburg Festivali de, aslında Festivaller Festivali..
O Salzburg Festivali'ni bu yıl nerdeyse Türkler açtı.. Pazar saat 11.00'de dağın içine oyulmuş muhteşem bir salonda, Borusan Filarmoni çaldı.. Saat 15.00'te de, Mozerteum Büyük Salonu'nda Fazıl Say..
Borusan Filarmoni açılışı Ulvi Cemal Erkin'in Köçekçesi ile yaptı.. Orada olup görmeliydiniz.. "Lafın gelişi" değil, "Görmeliydiniz" deyişim.. Görülecek şeydi çünkü..
Bir Köçek vardı, orkestranın arkasında ortada.. Ayakta.. Elleri de havada.. Zillerle.. O zillerle tempoyu götürüyor, orkestra etrafında Anadolu'yu melodi melodi dolaşıyordu.. Ege.. Orta Anadolu.. Doğu.. Karadeniz..
Atatürk'ün dediği buydu işte, 1934'te Meclis'i açarken.. "Anadolu'nun güzel melodilerini alın, evrensel müzik kurallarına göre işleyin ki, dünya dinlesin.."
Ve işte, dünya, hem de bir Türk Orkestrası'ndan Anadolu'yu dinlerken, zilleri çalan delikanlı koca salonu adeta avucuna alıyordu..
Konser sonrası rastlaştık. Kerem adı.. "Kimin fikriydi, zilleri ayakta çalmak" dedim.. "Gürer Hocamın" dedi.. Bilkent Üniversitesi'nde okurken, Bilkent Orkestrası'ndaymış. Kız arkadaşından da fena halde utanır, zilleri gizli saklı çalarmış, "Köçek" olmak ayıp ya.. Gürer Aykal "Ayağa kalk" deyince kalkmış mecburen, ama kızın yanında havası kaçacak.. İki elini belinden aşağıda tutmuş ki, kimse görmesin.. Gürer Hoca "Eller havaya" demiş bir gün.. Mecburen kaldırmış.. "O gün konserin ardından, Gürer Hoca'dan fazla alkış aldım" dedi.. Ondan sonra utanmamış, tersine iftihar etmiş hep..
Bir zilin etrafında Anadolu.. Ve muhteşem orkestra..
Ardından Fazıl geldi, sahneye.. Orkestra eşliğinde bir Dünya Prömiyeri yaptı.. Kendi bestesi Nirvana Yanıyor'u ilk defa seslendirdi.. Gene müthiş bir beste yapmış Fazıl.. Hele o vurmalılarla piyanonun adeta konuştuğu bölüme bayıldım. Türkiye Nirvana Yanıyor'u Antalya Piyano Festivali'nde dinleyecek ilk. Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın Hocam da ordaydı, zaten..
Ve alkış, kıyamet devam ederken bir daha oturdu piyanonun başına Fazıl ve Mozart'ın Piyano Konçertosu'nu çaldı bu defa Borusan Filarmoni'yle..
Mozart'ın ülkesinde, Mozart'ın kentinde, Mozart'ı seslendiren bir Türk Orkestrası ve bir Türk solist..
Öğleden sonra Mozarteum'da Fazıl'ın bu defa solo konseri zaferi iyice perçinledi. Son bölümü Türk Marşı, Allaturca olarak bilinen ünlü Mozart Konçertosu'ndan sonra, Beethoven'in emsalsiz Fırtına'sını seslendirdi Fazıl.. Onu çalarken seyretmek ayrı bir zevk.. Piyanoyu çalmıyor, sevişiyor resmen.. Jestleri, mimikleri ile piyanonun içine, ruhuna giriyor.. Sonra kendi bestesi Kara Toprak'la Anadolu'ya getirdi sözü.. ve de Gershwin'le caz yaparak bitirdi. Summer Time.. Alkışlar bir türlü bitmeyince neşeli oturdu piyanonun başına.. Dünyanın en ünlü Mozart'ını, bu bir çocuk keyfi ile yorumladı, salonu yerinden oynatarak.. Hani ilkokuldayken öğrendiğimiz "Daha dün annemizin kollarında yaşarken.." derken Mozart söylediğimizi bilmezdik ya.. İşte o..
"Tereciye tere" böyle satılır işte.. Atatürk'ün çocukları bunu da başardılar ya, artık gözü açık gitmem..