Alâeddin Yavaşça Üstad için düzenlenen gecede, sınıf arkadaşım emekli Vali Güner Özmen'le yan yana oturmuştuk.. Güner, Hüseyin Çapkın'dan söz açtı..
"Tanıştınız mı, konuştunuz mu" dedi.. "Henüz tanışmadık" dedim. Ama bir vesile ile telefonda görüştük. İlk ve kısa izlenimim, çok iyi.."
Güner "İstanbul'un bulacağı en iyi Emniyet Müdürü" dedi.. Yakından tanıyormuş. Birlikte de çalışmış. Uzun uzun anlattı..
Çapkın, İstanbul'a, İzmir'den geldi. Bir referans da ordan.. Ağabeyim Öcal "İzmir iyi bir müdür kaybetti. İstanbul kazandı" dedi.. Şimdi göreceğiz..
Benim için, Hüseyin Çapkın Müdürün ilk ciddi sınavı bu..
Utanç verici olayı okudunuz..
Hürriyet Magazin Muhabiri Cenker Tezel, Kaddafi'nin çapkınlıklarıyla dünya çapında ünlü oğlu Mutasim'in bir gece kulübünde olduğunu haber alınca oraya koşar. İçeri girmesi yasak. Saatlerce kapıda bekler. Fotoğraflarını çeker. Ve saldırıya uğrar. Zanlılar, Cenker'in kafasını yarar. Yere yıkıp fotoğraf makinesini alır ve kırar. Ne var ki Cenker, kargaşa sırasında dijital makinenin içindeki kayıt çipini çıkarıp çorabına saklar ve resimlerini kurtarır.
Polis gelir..
Ve sonuç..
Zorbalar değil, Cenker kelepçelenir, geceyi karakolda aç bilaç geçirir. Zorbalar komiserin odasında çay kahve ağırlanırlar.
Dahası.. Oğul Kaddafi'nin saldırgan korumaları arasında bir de İstanbul Polisi A.T. vardır.
Şimdi İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'a, bu olayı tüm ayrıntılarına kadar soruşturma emri vermek, her şeyi öğrenmek, sorumluları ibret olacak şekilde cezalandırmak ve kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmak düşüyor. "Magazin muhabiri" deyip geçmeyin sakın.. Bu olay başından sonuna Basın Özgürlüğüne vurulmuş bir darbedir. Kaddafi'nin faşist ülkesinde olabilir. Ama Avrupa Birliği'ne girmeye çalışan Türkiye'de olmaz. Olmamalı..
İstanbul Polisi o gece görev bilinci ile hareket etse, gazetecinin fotoğraf makinesini alan korumaları kelepçeler, ertesi sabah da "Gasp" suçu ile, hele silahları varsa, "Silahlı gasp" suçu ile savcılığa sevk ederdi ki, 20 yıldır cezası..
Sayın Çapkın..
Magazin muhabirleri, giderek yok olan "Muhabirlik" mesleğinin son mohikanlarıdır. Çalışma koşulları insanlık dışıdır. Kar, yağmur, soğuk, fırtına demez sabahlara kadar İstanbul sokaklarını arşınlar, kapılarda bekleşirler.. Aldıkları para da 3 otuz para deneni geçmez ha..
Yaptıklarına bazen kızarsınız.. Oysa onlar sadece kendilerinden isteneni yaparlar.. "Şöyle resim, böyle haber getir" denir onlara.. Getiremediler mi, o 3 otuz para da tehlikeye girer çünkü..
Bu fevkalade kötü koşullar içinde çalışırken, bir de böyle hayati tehlike içindedirler, Sayın Çapkın..
Korumalar, valeler, güvenlikçiler..
Bakın Sayın Çapkın.. Bu ülkede en saygın olanları dahil, gece kulübü, restoran gibi yerlerin kapılarının çoğunun, dükkânla ilgisi yoktur. Bu kapıların güvenliği ve vale sistemi karanlık birtakım güçlerin elindedir. Bazı kapıların tehdit ve şantajla ele geçirildiği dahi söylenir. Çünkü vergi, sigortadan muaf kapılar, devlete beş kuruş ödemeden dükkânın kendisinden fazla kazanırlar. Teker teker araştırılması, sabıka kayıtları çıkarılması gereken bu kapılar, Magazin Muhabirleri için potansiyel bir yaşam tehlikesidir. Gazeteci her an dövülebilir, yaralanabilir, hatta ölebilir..
Şimdi kendinizi Cenker'in yerine koyun Sayın Çapkın..
Bir uluslararası playboyun paralı askerleri sizi nerdeyse linç eder, hayatınızı kazandığınız aleti gasp edip, kırarken polislerin geldiğini görüyor ve umutlanıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz ki onlar sizin değil, sanki Kaddafi'nin polisleri..
Sizi kelepçeleyip nezarete atıyor, zanlıları da, özür diler gibi baş köşede ağırlıyorlar.. Ne hissederdiniz?.
Şimdi ben ne hissediyorum?. Bir gazeteci olarak, gece bir yere giderken, kendimi güvende hissedebilir miyim, bu kafadaki polisle, Çapkın Müdür?..