Ankara Operet Sahnesi, ya da diğer adlarıyla Türk Ocağı, Halk Evi, Üçüncü Tiyatro, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi.. Ve Ankara'nın klasik sanatsever kalabalığı.. Yanımdaki üç koltuk dışında hemen her yer dolu.. Her zamanki gibi gençler çoğunlukta..
Heyecanla beklediğimiz konser neredeyse başlayacak. Önümdeki sıra aralığında bir grup genç yerlerini arıyorlar. Derken içlerinden ikisi, sıranın ucuna kadar yürüyüp bir arka sıraya dolaşmak yerine, kocaman postallı ayaklarını önümdeki koltukların sırtından aşırarak yanımdaki boş yerlere doğru hamle yapıyor.
Sanki futbol sahası!. Öyle bir gecede ne inanılmaz manzara!.
Üstelik, bölümün kenarında "protokol" tabelası var. Dayanamayarak müdahale ediyorum. O anda nezaket, bir opera konserinde neredeyse burnuma kadar uzanan ayak hatırıma gelmiyor da, o güzelim salonun, güzelim koltuklarına zarar gelmesi ihtimali sabrımı taşırıyor.
Ama yanıma oturandan yanıt, davranışla taban tabana zıt. Sıra boyunca oturanları rahatsız etmemek için atlamış meğerse.. Bir centilmen gibi özür diliyor.
Güler misin, ağlar mısın?
Daha da ötesi konser boyunca, baştan sona beni şoke eden bir davranış sergiliyorlar. Neredeyse nefes almadan konseri izlemeleri, alkış aralıkları, bravoları ve hiç mübalağasız, sahnedekine yakın bir performansla zaman zaman repertuvara eşlik etmeleri.. Konservatuvar öğrencileri.. Bir yandan üzülüyorum, bu düzeydeki gençlere niye tepki gösterdim diye.. Bir yandan daha çok kızıyorum, hem de sanat okuyan bu düzeydeki gençler bu salonu nasıl korumaz, bu saygısızlığı nasıl yapar!..