İsmail Güneş, helikopterdeki altı kişinin en talihsizi olduğunu biliyor muydu acaba, kazadan sağ kurtulup, 112 ile telefonda konuşurken.. Korkunç kazayı, basit denebilecek bir ayak kırığı ile atlatıp, telefonla da "Acil Yardım"a ulaşınca "Ne kadar talihliyim" diye düşündü mü acaba?..
Biliyor muydu ki, anında ölenler, aslında en talihli olanlarıydı.
Yaşayan İsmail'i ölümlerin en kötüsü, dostları ve ailesini de bin defa öldüren korkunç ve çirkin saatler bekliyordu.. Acı dolu, utanç dolu saatler..
Televizyonları yüzüm kızararak, kahrolarak izledim.. İnsanlığımdan ve mesleğimden nefret ederek izledim..
Yani üç kuruşluk reyting uğruna, insan, adına insan denen mahluk, yaratık, bu kadar acımasız, bu kadar insafsız, bu kadar ruhsuz, bu kadar utanmaz olabilir mi?.
En büyük reytingi almışlar.. Birinci olmuşlar.. Lanet hepinize.. Reytinginiz başınızda parçalansın..
İnsanların yaşamında reytingden çok ama çok önemli değerler olduğunu düşünen bir televizyoncu yok mu bu insan öğüten makinelerde?.. Muhabirinden patronuna, haber müdüründen, haber sunucusuna...
Bu nasıl doymak bilmeyen bir iştahtır ki, insan yer, insanlık yerler ve zerre utanmadan övünürler..
"Biz verdik.. İlk biz verdik.. Birinci olduk!.."
Utanmaz adamlar.. Amsterdam kazasında, Hollanda televizyonları ve makamları size insanlıkla, haberciliğin nasıl bir arada yürüyeceğinin dersini vermedi mi?. Adamlar, yanlarında gereğinde ruhsal ve fiziksel müdahaleyi yapacak tıp ekiplerinin bulunduğu ekiple, aileye haber vermeden tek isim açıkladı mı?.. Bütün olaylar boyunca tek "Reyting/ Tiraj" haber ve görüntüsü yayınlamadılar, bizimkiler leş kargaları gibi ölüm resimleri, ölüm haberleri peşinde koşar ve elde edemedikleri için Hollandalıları bir de utanmadan suçlarlarken..
Beş ceset bulunmuş. Telefonla kazayı haber veren yaralı gazeteci ortada yok. Hayatta mı?.. O koşullarda ihtimal milyonda bir bile değil.. Ama eğer ailesinden biriyse, eşi, babası, çocuğu, ya da kardeşiyse, o milyonda bire nasıl tutunur insan hiç düşündünüz mü?..
İşte o bitmez tükenmez saatler içinde televizyonlar, meslektaşlarına ve onun ailesine saygı içinde, onurlu bekleme haberleri yapacaklarına, işi olabildiğince sulandırıp, reyting yapma peşindeydiler..
Ellerinde bir bant vardı.. İsmail'in 112 ile yaptığı son konuşma.. Durmadan, yerli yersiz bu bandı yayınlıyorlardı, kendilerini İsmail'in ailesinin, yakınlarının ve dostlarının yerine koymadan..
Bu konuşmanın o milyonda bir umuda sarılıp bekleyen en yakınları her defasında nasıl yaralayacağına, kalpten vuracağına, öldüreceğine zerre aldırış etmeden..
Reyting de reyting.. İlle de reyting.. Can pahasına reyting.. Ölüm pazarlayarak reyting.. Onlar için mühim olan insanlık değil, reyting yarışıydı.. kahrolası, olmaz olası reyting yarışı..
Amaçları habercilik, mabercilik değil,üç kuruşluk daha fazla reklam alabilmek için reytinglerde birinci olmaktı..
Kahraman olabilmek, hava atabilmek, "Bak şunu, bak onu geçtim" diyebilmek için birinci olmaktı..
Ölüm üzerine, acı üzerine, felaket üzerine, insanlık dramı üzerine reyting yarışı..
Aç çakallar, nefesi kokan sırtlanlar, leş kargaları gibi ceset peşinde koşarak reyting yarışı..
Uğur Dündar'ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sorduğu çok haklı bir soru var.. "Beni istedikleri gibi eleştirsinler, ama eşimi, ailemi işin içine sokmasınlar" diyen başbakana "Benim eşimle ilgili ipe sapa gelmez dedikodular nasıl bir iddianamede yer alır" demişti hani "Ben bu davanın savcısıyım" da diyen Erdoğan'a, ordan mülhem..
Şimdi ayni soruyu ben bu bandı hem de tekrar tekrar, her fırsatta yayınlayan sözüm ona haberci leş kargalarına soruyorum..
"İsmail sizin kardeşiniz, eşiniz, babanız, oğlunuz, ailenizden biri olsaydı, o bandı gene yayınlar mıydınız?.."
Kimse, hiç kimse bana "Bu habercilik" diye ders vermeye kalkmasın.. Mesleğim o kadar aşağılık değildir. Olamaz.. Olmamalı..
Ama oluyor..
..Ve de ne acıdır ki.. Bu leş kargalarını da kevgire dönmüş devletim besliyor..
112 devletin. Devletin elindeki bant nasıl anında medyanın eline geçiyor?.. Hangi "112 görevlisi, üç kuruş uğruna bu bandı bir leş kargasına satıyor?. Devlet, bu satılmış memurunu nasıl yakalamıyor, yargılamıyor ve en ağır, en ibret olacak şekilde cezalandırmıyor?..
Şu son aylara bakar mısınız?.
Devletin polisinin elinde olması gereken sır belgeler, medyada..
Devletin savcısının elinde olması gereken sır belgeler medyada..
Ya gazeteci devletin adamını ayarlamış, satın alıyor..
Ya devletin adamı kendi kişisel, ya da emir kulu olduğu kişi ya da kurumlara menfaat sağlamak için sızdırıp "Al bunu yaz" diyor..
O gazeteci ve gazetesi de "Aman bu iyi haberdir" özrü altına sığınıp, bu çirkin oyuna alet oluyor, alenen, resmen kullanılıyor..
Ve de devletin nasıl kevgirleştiğinin hesabını kimse sormuyor. Yapanın elde menfaat yanına kâr kalıyor ki, yarın başkaları başka belgeleri daha rahat satsınlar..
Bu mudur?.
Devlet bu mudur?.. Gazetecilik bu mudur?..
İnsanlık öldü.. İnsan olmanın anlamı kalmadı. İnsan gibi yaşama imkânı kalmadı..
Kimsenin umurunda değil.. En acı olanı da bu..
Kevgire dönmüş bir devletin ve bir utanç medyasının içinde yaşamaya, insanca yaşamaya uğraşıyoruz..
Yazık bize!..