Sahne olarak hazırlanmış yere sağımdan girdi Zubin Mehta.. Hemen en önde oturuyorum.. Ben büyük orkestralı konserler ve operalarda en önde oturmayı sevmem.. En yakındaki saza mahkûm olursunuz bir yerde. Her şeyi duymak, özümlemek için gerilerde olmak gerek.. Ama Efes harabeleri antik Celsus Kitaplığı girişindeki konserde zaten seyirci yeri çok az. Protokola da en ön ayrılmış.. Bizim protokol genelde görmeyi değil, görülmeyi sevdiği için.. Mecburen oturduk Haşo'yla.. (Babaoğlu tabii.. Alaçatı'da inzivaya çekilmişti. Sevgili dostlarım Best Western Müdürü Muzo ve İzmir Opera ve Balesi Basın Halkla İlişkiler Müdürü Erdoğan'a 'Aman Haşo'ya da yer bulun. O nasılsa son anda gelir" diye rica etmiştim. Buldular.)
Önde olmanın bir güzel yanı var.. Çağımızın son efsane şefini yakından izleyeceğim..
En son 1994 Dünya Kupası'nda Los Angeles'te Üç Tenor konserinde çıplak gözle görmüştüm Zubin'i.. 150 metreden.. O kalenin olduğu yerdeydi, ben kapalı tribünün ortasında..
Bu defa Zubin, elimi uzatsam dokunacağım mesafedeydi..
Ve keşfettim.. İyi ki en önde, iyi ki o kadar yakın okumuştum..
Efsanenin sırlarından birini keşfettim..
Zubin gözlerini kullanıyor..
Sahnenin en sağından girdiği andan itibaren ön sıralarda oturan herkes, ama herkesle göz göze geliyor.. Gelmek için de adımlarını çok ağır atıyor..
Ben 4 kez göz göze geldim Zubin'le.. Başlangıç, ikinci yarı ve bislerde girerken..
"Adam bana bakıyor yahu" dedim önce.. Sonra fark ettim ki, herkese bakıyor..
İletişimin en büyük unsuru gözler. İnsanları etkilemenin en çarpıcı yolu, onların gözlerinin içine bakmak..
Zubin gözlerinizin içine baktığı andan itibaren onun büyüsüne kapılıyorsunuz..
Aslında bunu şov dünyası içindeki tüm dostlarıma söyledim ben, yıllarca..
Mankenlere de..
"Boşluğa bakmayın.. Göz göze gelme mesafesindeki herkesin gözünün içine bakın.. Oraya kendisi için geldiğinizi sansın. Zirveye en hızlı tırmanmanın yolu budur" diye..
Benim söylediklerimi Zubin bana ve o gece Celsus'ta olanlara uyguladı işte..
15 bin kişilik Antik Tiyatro üç beş "İstemezükçü"nün kıyameti yüzünden bomboş dururken, insanların 10 liraya izleyebilecekleri bir konser ancak 500 lira verip bilet alabilenlerin geldiği 600 kişilik bir avluya sıkıştı.
Ben talihliydim.. Ama Zubin de talihliydi.. Bir şef olarak hayatında ilk defa bu kadar güzel, bu kadar anlamlı, bu kadar değerli bir manzaraya bakarak yönetti orkestrayı..
Celsus Kitaplığı'nın o yüzlerce yıllık muhteşem kapısına 2 saat bakmak efsane şefi kim bilir nasıl etkilemiştir?.
Zubin yıllardır Onur Başkanlığı yaptığı Floransa Maggio Musicale Orkestrası'nı yönetti o gece..
Adam 72 yaşında, hâlâ ne yakışıklı, hâlâ ne etkileyici ve hâlâ ne enerjik?..
Hele bir de önde olunca, konser boyu onu izlemekten alamıyorsunuz kendinizi..
İlk yarıda Çaykovski 6'ncı senfoniyi çaldırdı Zubin.. Patetik..
Üçüncü bölümdeki coşku, dördüncü ve son bölümdeki hüzün nasıl yakaladı beni.. Haşo'ya baktım, uçmuş gittiş.. O zaten Çaykovski'ye ölür..
İkinci yarı Beethoven'in 7'nci Senfonisi akıllara sezaydı zaten.. Hele de insanı ayağa fırlatacak, dans ettirecek kadar coşku veren son bölüm..
Mascagni ve Verdi'yle yapılan bisler de bir yaz gecesi rüyasını tamamladı.
Zubin'in Efes Konseri, sizlere uzun uzun anlayacağım harika tatilimin tartışılmaz doruk noktasıydı..