Çayımdan bir yudum daha aldım, arkama yaslandım ve cebimin düğmesine bastım..
"Bil bakalım nerdeyim" dedim, ağabeyim Öcal'a..
"Van'dasın" dedi..
"Hayır" dedim.. Çaldıran'dayım.. Kasabanın merkezinde bir kahvede oturuyorum, etrafımda Çaldıran halkı.. Sohbete daldık.."
"Beni ağlatacaksın şimdi" dedi, ağabeyim..
Ağladı belki de telefonun öte yanında.. Ben bu yanda erkekliğe laf düşürmemek için boğuşurken..
Çaldıran, ağabey kardeş ilk kucaklaştığımız yer..
Ben 1939'da Kilis'te doğduğumda babam Kırklareli'nde görevli.. Hayatı siperlerde geçiyor.. Hani Er Sadi Hoşses'in "Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter" şarkısını iki günlük evliyken, evde bırakıp geldiği siperler.. Alman tankları sınırda dolanıyor.. Ya aşağı inecekler, bize.. Ya yukarı dönecekler, Rusya'ya.. Bize inerlerse, panzerlere karşı piyade tüfeği ne kadar savaşırsa artık. Bu ortama bebek Hıncal'ı getirmiyorlar. Ben üç yaşıma kadar, annemden, babamdan, ağbimdem ayrı yaşıyorum, dedem, anneannem ve teyzemle, Kilis'te..
Tayin Çaldıran'a çıkınca 1942'de, bizim de savaşmayacağımız anlaşılınca, gelip beni alıyorlar..
3 yaş.. İlk anılarım, hayalime giren ve kalan ilk resimler Çaldıran'dandır.. Yani Çaldıran bir nevi, hatırlayabildiğim hayata doğduğum yer..
Bir defa hemen söyleyelim ki bu Çaldıran Yavuz Selim'in Şah İsmail'i yendiği yer değil..O Çaldıran İran'da..
Bizi gezdiren Üniversiteli dostlardan Arkeoloji Bölümünden ve de Van ve tarihi üzerine muhteşem bir eser hazırlayan Sinan Kılıç "Çaldıran, Çelderan'dan gelir" dedi.. Çel, 40 demekmiş. Deran da kilise.. Çaldıran'da kilise milise yok, ama yörede o kadar çok var ki..
Benim bıraktığım Çaldıran köydü. Bu, 14 bin nüfuslu bir kasaba.. Benim bıraktığım Çaldıran'da ilkokul vardı sadece.. Bu defa lise var.. Benim bıraktığım Çaldıran şimdi oturduğumuz yer de değil.. Daha ötede.. 77 depreminde yıkılınca köy, buraya kaymış yenisi..
Benim bıraktığım Çaldıran tek katlı kerpiç evlerdi.. Duvarlarına tezek yapışmış.. Yazın serin tutardı bu kaplama içeriyi.. Kışın da söküp söküp yakar, ısınırdık.. Tezekklima.. Şimdi bembeyaz badanalı evler. Tavanlar pırıl.. Metalik.. Kışın yağan kar kolayca aşağı aksın da tavanı çökertmesin diye.. Artık eskisi kadar kalın kar yağmıyor, öyle camı pencereyi örtmüyormuş.. Ama kar yağınca, aç kalan kurtlar gene kasabaya iniyormuş..
Babam nöbet tutardı, köyün en kenarındaki evin bahçe duvarını siper yaparak.. Sabaha kadar beklerdi, gelmezdi kurt, ta ki, babam dayanamayıp sızana kadar. Sabah bir uyanırdık ki, bahçenin dibine koyduğumuz, o gün askeriyede kesilen hayvanların kemikleri gitmiş.. Ne akıllı kurtlardı onlar..
Ağbim "Yumurtatepe'ye git mutlak" dedi.. Onun okulu bu minik, höyük gibi tepenin hemen yanında.. Bir yanında askeriye, yani babamın yeri, öte yanında da ilkokul binası varmış.. Şimdi yok.. Teneffüse falan çıkınca Yumurtatepe'de oynarlarmış.. Gittik.. Tepe yerinde duruyor Allahtan.. Resimler, videolar çektirdik ki, götürüp verdiğimde ağbim iyice ağlasın..
Bakın az daha unutuyordum.. Van'dan Çaldıran'a, Karayolları'nın inşa ettiği harika bölünmüş yoldan 1.5 saatte geldik.. Bu yolu, babamın tayini Van'a çıktığında, yani 1944'te, yani bu yoldan son geçtiğimde, tam iki günde yapmıştık.. Sabah evi yükledik çıktık. Geceyi Muradiye'de, o zaman bucaktı, Nahiye Müdürünün evinde geçirip, ertesi sabah Van'a hareket etmiştik. Anlayın yolu ve araçları..
Dönüşte çocukluğumuzun en renkli günlerini geçirdiğimiz Bend-i mahi (Balık Bendi) şelalelerine uğradık. Piknik yerimizdi.. Annemler, babamlar atla, biz arabayla giderdik. Kuzu çevrilirdi, akşama kadar koşar oynardık.. Şimdi bir asma köprü yapmışlar, üstüne.. Karşıya da bir cafe.. Şelaleye bakıyor.
Çocukluğuma karşı oturup bir sade kahve içerken ağbimi bir daha ağlatmak istedim ama olmadı. Cebim çekmiyordu.