ENGİN'İ son zamanlarda bu kadar keyif, bu kadar lezzetle okumamıştım hiç.. Üstelik "Halktan kopuk yazı" diyordu adına.. Üstelik bana sataşıyordu, gene..
Ama bu kadar mı tatlı, bu kadar mı şirin olur bir sataşma.. Bu kadar mı okutur insan, halka gerçekten pek yakın olmayan bir Opera konusunu..
İşte Engin Ardıç bu.. Gerçek Engin Ardıç.. Hergele, hayatta en kızarken sevdiğim insanlardan biridir.. Onun da beni çok sevdiğini iyi hissetmişimdir hep.. Gelişim'de başladı dostluğumuz.. Bir Moskova gezisinde pekişti.. İnsanları seyahatte tanırsınız ya..
Müthiş bir kültür.. Müthiş bir zekâ.. Müthiş bir üslup.. Serdar dostum gücenmesin.. Engin'in Genel Yayın Müdürü ben olsaydım, bugün Hıncal Uluç'un esamesi okunmazdı inanın.. Öyle bir yetenektir..
Ama ziyan etti kendini.. Belki de tembelliğinden, masa başından kolay yazılar yazdı hep.. Kendinden başka herkese, her şeye, her kişi ve kuruma söverek.. Bu yüzden poposunu mecburen kaldırdığı gezi yazıları enfestir.. Meraklıdır.. Gider en iyi şeyleri görür ve harika anlatır..
Kaç tane peki böyle yazısı..
Bizimkiyle beraber iki E.A.'nın son bir yıldır özellikle en yaptıkları şey, Atatürk'ü, düşüncelerini ve kurumlarını aşağılama yarışı.. İki E.A., hani ünlü film vardır, Dead Heat on a MerryGoRound.. Atlıkarıncada At Başı.. Dönüp dolaşıp ayni yere gelerek yarışıyorlar durmadan.. İkisine de yazık olurken.. Bu kültür, bu vizyonla insanın böylesi Atatürk Düşmanı olması, nasıl oluyor, bilemiyorum..
Neyse..
Engin kostümlerini ve sahneye konuşunu fena halde eleştirdiğim La Traviata'yı beğenmemle dalga geçiyor.. "Hıncal ağabey beğenmediği şeyleri de beğenir" diyor..
Öyle bakarsan öyle..
Bir şeyin tümünü beğenmemem, parçasından fena halde zevk alıp mutlu olmama engel değildir. Ben yaşamı severim. Yaşamdan tat almayı.. Eksik, bozuk, yanlışlara takılıp kahrolmaktansa, olan güzellikleri keşfedip onları yaşamayı..
O gece mükemmeliyetçi kızkardeşim Serpil, dekor ve kostüme takıldığı için gecesini zehir ederken, ben harika bir tenor (Murat Karahan) ve şurup gibi okuyan bir sopranoyu (Bengi Özdülger) gözlerimi kapayıp, rüyada gibi dinledim.. Verdi'nin emsalsiz müziğini, kulaklarımdan içime akıttım..
"Hıncal Ağabey minimalizm sever, çünkü Ankaralı" deyişinde, Atatürk'ün yarattığı kente saldırı var.. Engin, Ankara'da tiyatroya gitti mi hiç?..
Ankara'daki dekorları, kostümleri, İstanbul'da hayal bile edemezler.. Bu ülkenin gerçek kültür ve sanat kentidir Ankara.. Tiyatro, Opera, Müzik orda doğmuş, orda gelişmiştir..
Sonra yazının asıl enfes yanı geliyor.. İki ay önce Viyana'da izlediği Traviata'yı anlatıyor.. Nasıl beğenmediğini.. Sonra Verdi'yi.. Traviata'yı oynayan başka operaları.. Yani halktan gerçekten bu kadar uzak bir kültür, nasıl bu kadar güzel özümlenir ve anlatılır?.. Engin sanatı.. Engin yeteneği..
Ah Engin ah!..