KEŞKE Günay o pazartesi gecesi Elmadağ'da olsaydı.. Kendi dükkânından birkaç yüz metre aşağıda topu topu.. Keşke o gece orda bizimle birlikte Mustafa Sağyaşar'ı dinleseydi.. Keşke o gece orada, bir "Musiki sanatçısı"nın, dükkânı dolduran yığınla insanı nasıl avcunun içine aldığını, nasıl onları hamur gibi yoğurduğunu, nasıl bir an huşu içinde sessiz, gözleri yaşlı dinletip, bir an sonra coşku içinde ayaklara fırlattığını, bağıra çağıra eşlik ettirdiğini görseydi..
Keşke o 75 yaşındaki adamın tam 2.5 saat ayakta, ara vermeden, dimdik, en peslerden, en tizlere dolaşarak verdiği konserin içinde olsaydı..
O zaman, solistliğin, assolistliğin, dükkân doldurmak, patrona para kazandırmaktan çok öte bir şey olduğunu görürdü..
Evde kalmış kenar mahalle kızları için yazılmış ucuz şarkıları, musikinin doruk dönemlerine yetişememiş, alaturkanın güzelliği, zenginliği ve derinliğinden habersiz sosyetik kadınlara okuyarak "Sanat" yaptığını iddia edenleri "Solist, assolist" diye sıralayan Sevgili Günay dostum, gerçek sanatın ne olduğunu da görseydi..
Günay benimle yaşıt.. Bilir aslında..
"İşte as solist" deyip dükkânında baş tacı yaptıklarının söyledikleri şarkıların bir ama bir tekini Zeki Müren, Behiye Aksoy, Muazzez Abacı, Bülent Ersoy, Gönül Yazar söyledi mi ?.. Müzeyyen, Perihan, Hamiyetleri saymıyorum bile.. Emel Sayın söyledi mi?..
Alaturka söylemek, Türk Sanat Müziği söylemek, onunla dinleyiciyi mest etmek, kendinden geçirmek kolay iş değil.. Çastıra çastıra ucuz ve kolay şarkılarla bağırtmak oyuncak gibiyken..
Bu ucuzluklar, alaturkayı, gerçek bir sanatçı yeteneği ve yüreği gerektiren alaturkayı unutturdu. Kötü paranın iyi parayı kovması gibi, kötü müzik iyi müziğin yerini aldı gecelerde.. Ekranlarda.. Çünkü onu söylemek için özel olmaya gerek yoktu. Onu herkes söyleyebilirdi. Hele de güzel bacakları ve silikonlu memeleri varsa..
Oysa Alaturkayı hem de böyle söylemek, büyük bir yetenek, uzun bir eğitim ve söylediklerini duyan, hisseden ve yaşayan bir yürek gerektirirdi..
Mustafa Sağyaşar, ağabeyim Öcal'la beni aldı, 40 yıl öncelere, 60'ların Ankarasına götürdü.. Musikimizin, ölümsüz alaturkanın doruklarda olduğu yıllarda..
Göl gazinosunda faça masa bizimdi, 15 genç gazetecinin, her gece.. O sefalet içinde o parayı nerden bulurduk bilmem.. Ama bulurduk ve dinlerdik, Zekileri, Behiyeleri ve daha nicelerini.. Mustafa Sağyaşar, Ankara Radyosu'nun en önde gelen gençlerindendi.. Göl'ün programlarından eksik olmaz, muhteşem yorumuyla salonu mest ederdi her defasında..
Ayni Mustafa işte, 2007'de.. İnanın ne sesinde, ne enerjisinde zerre eksilme yok..
Alaturkanın en zor şarkılarını söyledi.. En güzellerini de.. Özlemi, hasreti, ayrılığı ağlatarak terennüm etti.. Aşkı, sevgiyi, yaşamı coşturarak içimize akıtırken..
Hayatımın en güzel gecelerinden birini yaşadım.. Mutluluk derim ya hep, akıp giden bir şey değildir. Hayatın hoş anlarından oluşan bir tespihtir.. Ne kadar tane varsa tespihinizde o kadar mutlusunuz demektir..
Pazartesi gecesi Elmadağ'da tespihime bir tane daha eklendi..
Kocaman, kehribar bir tane!..