Nebil, İsviçre davetinden söz ettiğinde sırf oyun bozanlık etmemek için "Peki" demiş ve yol boyu da söylenmiştim, "Bu angarya da nerden çıktı" diye.. Dönüş yolunda, hayatımın en güzel gezilerinden birini yaptığımı düşünüyordum..
Güzel olan gezdiğim Zürih ve Luzern şehirleri değil, güzellikleri yaratan insanlardı..
Bizim kuşaklar iyi hatırlar.. Tek kanallı TRT devirlerinde insanları ekran başına çivileyen bir dizi vardı.. Şehir ve İnsan!.. Oradaki insan, Belediye Başkanıydı.. Anthony Quinn!..
Burada ki insan da, Mehmet Emre'ydi. Başkonsolos.. ve eşi Sema.. Daha önce kaç kez gittiğim, farkına dahi varmadığım sıradan kasaba Zürih'i yaşatanlar onlar oldular..
Kentin en ilginç yerlerini gezdik onlarla.. Mesela Cafe Conditorel Schober'e gittik.. Bir kafe bu kadar mı sıcak, bu kadar mı güzel olur, noel süslemeleri içinde.. Lenin burada kalmış yıllarca, ekim devrimi için trene buradan binmiş.. Kapıları kilitlenen o yük vagonunun Almanya'yı boydan boya, nasıl kontrol edilmeden geçtiğini Stefan Zweig, "İnsanlık Tarihinde Bir Yıldızın Parladığı Anlar"da anlatır.. "Bir Alman gümrük görevlisi, 'Açın bu vagonun kapısını' dese, Rus devrimi olur muydu, dünya bu kadar değişir miydi" der..
Rus devrimini yaratan adam, bu kafenin yanındaki evde oturmuş işte.. Her gün kafeye gelir, sabah kahvaltısını yapar, gün boyu da masada çalışıp kahvesini içermiş.. Hesabı da veresiye defterine yazdırırmış. O hesap hiç kapanmamış. Lenin, emeğin kitabını yazan adam, kafeye beş kuruş para ödememiş.. Evi müze.. Altında zekâ oyunları satan bir dükkân var. Vitrinde de bir Lenin büstü.. Bir ışık oyunu yapmış heykeltıraş.. Soldan bakınca kıpkırmızı.. Sağdan bakınca yemyeşil.. Öyle miydi Lenin acaba?. Kırmızı, yeşil!.
Bir toplantı düzenledi Mehmet Emre, konsolosluk Atatürk salonunda.. Yaşamdan Dakikalar olarak oradaki Türklerle birlikte olduk.. Harikaydı..
Bir gala yemeği verdi evinde.. Sema, benim üniversite yıllarından arkadaşım, Serpil'in sınıf arkadaşı çok sevdiğim İnci Saraçoğlu'nun kız kardeşi çıkmaz mı?.
Nasıl ilginç konuklar çağırmışlar, nasıl harika bir masa hazırlamışlar.. Bir lezzet cümbüşü içindeyken, baktım balkon kapısından enfes kokular geliyor.. Uzandım..
Sürprize bak.. Mangalın başında Artin Usta.. Kumkapılı Artin Kasapoğlu.. Hani yıllar önce gittiğim Zürih'te Uçal Dalgıç'ın tanıştırdığı, bu köşede yazdığım Artin Usta var ya.. İşte o.. Kendi yaptığı köfteleri pişiriyor.. Sarmaş dolaş olduk, hasretle..
Dönüş yolunda hepimizin ortak düşüncesi ortaya çıktı..
"Eğer tüm diplomatlarımız Mehmet Emre gibi olsaydı" dedik, hep birden, iç çekerek..
Yarın devam edeceğim..