TRT hayal kırıklığı yarattı. Yarışmaların ilk günü sabahı şampiyonaya katılan 4 Türk atletinden üçü yarışırken, yayın yapma gereği duymadı. Dünya parası verilerek yayın hakkı alınmış. Bu yayın yapılsın diye gene dünya parası ile oraya bir ekip yollanmış. TRT (ki ilk T, Türkiye anlamınadır) Türk sporcuların yarışlarını Türk halkından kaçırdı..
İlgisizlik.. Bilgisizlik.. Spor servisi ve müdürünün lagarlığı ve sorumsuzluğu.. TRT yayınlarını planlayanlar spordan, atletizm şampiyonasından ne anlar..
Gideceksin onlara.. Diyeceksin ki "Sabah yarışmalarını da programa koyun. Özellikle ilk günü.. Çünkü Türk atletleri bu iki sabah yarışacaklar. Muhtemelen bir daha da yarışmayacaklar. Kendi sporcularımızı kendi halkımızdan kaçırmayalım.." Hani nerde o müdür?.. İddia ederim, adamın, Helsinki'de Dünya Şampiyonası olduğundan haberi yoktur, varsa da umurunda değildir, nerde kaldı ki, bu detayları bilecek ve bastıracak?..
Sunucu Güven Göktaş dersini iyi çalışıyor, ön bilgileri iyi alıyor. Hoş şeyler de söylüyor. Ama yarışı izleme ve analiz etme yeteneği yok. Yıllardan beri atletizm anlatıyor, ama olmuyor işte.. Yorumcu Cüneyt Ağabey, gene çok konuşup bir şey söylememekte kararlı. Yanılmak korkusu ile hiçbir şey söylememek için özel gayret sarf ediyor.
En uzmanı olduğu yarış, 100 metre finali başlarken "İçimden bir sürpriz sesi geliyor" dedi, ama bunu kimin yapabileceğini telaffuz edemedi. Sonuçta yarışın favorisi Gatlin, belki de en rahat 100 metre galibi oldu. Yani sürpriz mürpriz yok.. Çünkü bu defa yapacak adam yoktu. Daha ilk seçme turlarından buraya yarışları yakından izleyenler, Gatlin'i geçebilecek durumda bir atletin olmadığını rahatça görürlerdi.
Sabah, hayal kırıklığı yarattı. Genç müdür Serdar'ın Sabah'ı "Fener, Galatasaray, Beşiktaş futbol sayfaları"ndan kurtarıp, Spor sayfaları yapacağından çok umutluydum. Mert Aydın gibi, genç kuşağın özellikle dünya sporu, hele atletizm üzerine en parlak adamlarından birini Helsinki'ye gönderdiğinde bu umudum daha da arttı. Ama sayfalar eski hamam eski tas.. Bir sayfa Fener, bir sayfa Galatasaray, bir sayfa Beşiktaş olsun diye doldurmalar.. Buna karşılık Helsinki'yi laf ola torba dola şişirmeler.. Yazık!..
***
Helsinki'de öncesiyle, bugünü ile yazılacak öyle meraklı hikâyeler var ki..
Örnek.. Justin Gatlin 100 metreyi müthiş bir farkla kazanıp altın madalyayı boynuna taktı ya.. Aslında Amerika'nın alışmadığı bir "İltimas" yapılmasa, Helsinki'ye gelemeyecekti.
Amerikan takımı, Amerikan seçmelerinde belirlenir. Burada takıma giremezseniz, dünya rekortmeni olsanız, yüzünüze bakmazlar. Ne dev atletler bu ilke yüzünden ne Olimpiyatlara, ne Dünya Şampiyonalarına katılamadılar bugüne dek..
Justin Gatlin de, Amerika seçmeleri demek olan Ulusal Şampiyonanın ilk gününde 100 metre ilk serisinde hatalı çıkış yaptığı için diskalifiye edildi. Gatlin'in hatalı çıkış yaptığını bilgisayar tespit etti. Tabanca sesi ile çıkış takozundan ayağın çekilmesi arasında fark için yasal süre 0.100 saniye idi. Daha hızlı çıkmanız, tabanca sesini duymadan, tahminle fırladığınız anlamına geliyordu ki, bu da hatalı çıkış oluyordu. Gatlin saniyenin binde beşi kadar hızlıydı yasal süreden. Bilgisayar ayağın takozdan ayrılma süresini 0.095 olarak kaydetmişti. Bilimsel hatalı çıkış yani..
Gatlin itiraz etti ve Amerika tarihinde olmadık bir şey oldu. Baş hakem Ed Gorman, Gatlin'in, yanındaki kulvarda yarışan Mark Jelks'in yerinde sallanmasından sakınmak için kıpırdamış olabileceğini ve bilgisayarın bu kıpırdama yüzünden yanıldığını kabul etti. Gatlin'i yarı finale iade etti. Daha önce yarı finale kalanlardan birini elemek söz konusu olamayacağı için, yarı final her zaman olduğu gibi 2 değil, bu defa üç seride koşuldu.
Gatlin bu gariplikler ve hoş görüler sonucu takıma girip Dünya Şampiyonu oldu. Büyük olasılıkla 4x100'de de takımını şampiyonluğa götürüp ikinci altını alacak.. Dünyayı güldüren bir hakem yorumu ve iki altın..
Gatlin geldi ama, bir zamanlar Amerikanın Sweetheart'ı olan Marion Jones ortalarda yok.. Niye?..
Onun da dramatik bir öyküsü var.. Hem yarışçılığı, hem şirinliği ile gönüller fetheden Marion'un uzun zamandır dopingçilerle başı dertte.. Faturaları arasında doping ilaçları imal eden Belco firmasının evraklarının çıkması ve eski kocası, gülleci Tim Hunter'ın "Evet, doping yapardı" diye ifade vermesi, Marion'un hayatını kararttı. Spor hayatı boyunca yaptırdığı sayısız kontrolden hep temiz çıkmasına rağmen, Marion adını temizleyemedi. Elde kanıt olmadığı için ona ceza veremediler. Yarışmasına engel olamadılar.. Ama yüzüne de bakmadılar.
Helsinki, kaybettiği sempatiyi geri almak için Marion'un son şansıydı.. Bunun için takıma girmesi gerekiyordu. Çok iyi bir kış hazırlığı yapıp, Amerika seçmelerine geldi.
100 metre seçmelerinde starttaki yerini aldı. Hakemin düdük işareti ile eşofmanlarını çıkarıp, çıkış takozunun yanındaki sepete yerleştirdi. Bütün stad hakemin "Yerlerinize" komutunu beklerken, kimsenin beklemediği bir şey oldu. Marion geri döndü, sepetten eşofmanlarını aldı, kucakladı ve
kimseye tek kelime etmeden tünele doğru yürüyüp yarışı ve daha sonra anlaşıldı ki 200 ve uzun seçmelerini, yani şampiyonayı terk etti. Marion'un bu son anda yarıştan çekilmesinin sırrı çözülmüş değil. Meneceri "Adelesinde hafif bir çekme olmuş, ondan" diye kendisinin dahi inanmadığı bir şeyler söyledi o kadar..
***
Bu yazıyı merakla ve ilgiyle okuduğunuza inanıyorum.. Üstelik uzun da bir yazı oldu, bizim spor müdürlerinin ölçülerine göre..
Spor dünyası, benzeri ne öykülerle dolu.. Yazarsan, okurlar.. Hem de şişirme Fener, Cim Bom, Kartal palavralarından daha çok okurlar..