"Sabah'ta Sabah gazetesinin manşetini tenkit etmek ve bu yazıyı yayınlamak.. Hem size bu yazınızdan dolayı, hem de Sabah gazetesine yazınızı yayınladığı için tebrikler.." diyor e-mailinde okur.. İsa Oruç diye imza var tepede..
Ahmet Çakar'ın vurulma haberini Sabah "Keskin dile şok kurşun" sürmanşeti ile verince kaleme sarılmış, zehir zemberek bir yazı yazmıştım hani..
Bu minnacık e-mailde, benim gerçekten hayal gücümü aşan tekliflere neden "Hayır" dediğimin izahı var..
Sabah'ta yazıyorum..
Çünkü mutluyum..
Çünkü Sabah, yazılarıma başından beri müdahale etmiyor..
Türkiye'de kendi gazetesini bu kadar eleştiren bir yazar daha var mı?..
Yok..
Bunun sebebi Sabah yönetiminin, bu kuruma ayağımı attığım andan itibaren, verdikleri sözün arkasında durması..
Gelişim'den kovulduğumda Ercan beni alıp Sabah'a getirmişti.. "Seni zaten uzun zamandır istiyorlardı" diye..
Dinç Bey'le ve Zafer'le sıkışırken, tek şey konuştum.. "Yazdığım herşey girer.."
"Tamam" dediler.. Kaç para maaş aldığımı ay başında bankaya gidince öğrendim. Gelişim'deki gelirimin nerdeyse yarısı.. Gelişim'de sekreterimin odası vardı. Burada benim odam yoktu. Mehmet Yılmaz'ın odasındaki koltuğa sığınırdım. Öyle başladık..
İkide birde bugünkü konumumu biraz da gıpta ile dile getirenler, o günleri çabuk unutanlar.. Ben Sabah'ın onuncu katına gökten zembille gelmedim. O merdivenlerden adım adım çıktım, 15 yılda..
Kafasına takılan herşeyi eleştiren birinin kendi içinde yaşadığı yere gözlerini kapaması mümkün mü?.. Kaparsa okur onun samimiyetine inanır mı?..
En ağır eleştirilerimi en yakın dostlarıma yaptım. Bir kısmı sırtını döndü. "Demek gerçek dost değillermiş. Demek dost görünüp övgü umarlarmış" deyip geçtim..
Sabah'ı, Sabah yönetimini sık sık eleştirdiğim için, benim aramın yönetimle bozuk olduğunu sananlar var. Fena halde aldanıyorlar..
Onlar benim en yakın dostlarım.. Genel Yayın Müdürüm Ergun.. Spor Müdürüm Altan..
Gencecik patron Turgay Ciner, Sabah ile sözlü anlaşmanın aynen geçerli olduğunu daha geldiği gün herkese ilan etti.. "Hıncal Ağbi fenafillah.. Ne isterse yazar.."
İtiraf ediyorum.. Ben bu gazetenin şımarık çocuğuyum.. En hoşgörüye mazhar yazarıyım.. Nerdeyse koskoca sayfanın tamamını bana ayırıyorlar.. Benim yazımı koymak için "Haber"den, yani gazetenin ana unsurundan fedakarlık yapıyorlar.. Gene de ikide birde şikayet ediyorum, nazlanıyorum, hatta size şikayet ediyorum.. Odama gelip "Daha ne olsun.. Gözüne dizine dursun" demiyorlar..
Yazdıklarıma itiraz etmiyorlar. Yayınlıyorlar.. Geçin.. Sonra gelip en ufak bir imada dahi bulunmuyorlar..
Şimdi söyleyin bakalım, bir yazar için bundan daha büyük bir mutluluk, bundan daha büyük bir keyif olabilir mi?..
Ve de bu mutluluk, bu keyif para ile satın alınabilir mi?.
***
Sabah erkenden kalkıyorum.. Kapıdan Sabah'ı, makinadan kahvemi almam nasıl bir mutluluk..
Sonra Sabah'a koşuyorum.. Günün inanın en güzel saati, odama girip bilgisayarın başına oturmak ve bu satırları yazmak..
Özer Çiller'in bir kitabı vardı, size tanıtmıştım yıllar önce..
Mutluluğun basamaklarını sayan..
İnsanoğlu önce karnını doyurma peşinde imiş.. Mutluluk merdiveninin ilk basamağı.. Doymak..
Karnı doyunca, bu defa barınak aramış. Başını sokacak, onu kardan yağmurdan, dış tehlikelerden koruyacak bir barınak..
Karnı tok, sırtı pek olunca, üçüncü basamağa adım atabilirmiş artık..
Bu basamakta aradığı sevgi.. Mutluluk merdivenin üçüncü basamağına ayak basmak, sevgiyi bulmakla mümkün oluyor..
Dördüncü basamakta, ilk üç basamakta elde ettiklerini koruma ve sürdürmesine yetecek bir işe sahip olmak var..
Ve sıkı durun.. Son basamakta ne var?..
Mutluluğun son aşaması..
Sevdiği işte çalışmak..
Her sabah evden çıkarken ve Sabah'a girerken halimi görseniz, bir daha bana "Niye başka yere gitmiyorsun" sorusunu sormazsınız..