Her yıl eylülde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısı vesilesiyle dünya liderlerini bir araya getiren New York'ta, Türkiye bu dönem Güvenlik Konseyi üyesi olması ve eylülde konsey başkanlığını devralmış olması nedeniyle oldukça yüksek bir profile sahip. Geçen haftayı New York'ta geçiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Amerikan basınında gördükleri ilgi Türkiye'nin artan bu uluslararası etkinliğinin doğal bir sonucu. Türkiye'nin Brezilya ile beraber İran konusunda almış olduğu tavrın bu "medyatik" ilgideki payı büyük.
Mesela geçen hafta New York Times gazetesi Türkiye'ye özel bir haber ayırdı. "Türkiye BM'de kendini çarpıcı şekilde belli ediyor" başlıklı yazıda Ankara'nın BM Genel Kurulu'nda, hırslı ve iddialı bir imaj sergilediği ve kendini tanıtma konusunda diğer ülkelerden daha etkili olduğu yönünde bir yorum yapıldı. Gene geçtiğimiz hafta içinde, bu sefer Washington Post gazetesinde Abdullah Gül ile bir söyleşi yayınlandı. Gül'ün, özellikle İran ve İsrail'le ilgili görüşlerine yer verilen bu söyleşide, Türkiye'nin İran politikasına eleştirel bakan sorular vardı. Ancak buna rağmen Amerikalı okurların birinci elden Türkiye'nin İran politikası konusunda Gül'ün dengeli ve yapıcı üslubuyla bilgi edinmiş olmaları olumlu bir gelişme oldu. Ana hatlarıyla özetlemek gerekirse, Gül Türkiye'nin İran ve Batı arasındaki sorunların çözülmesine yardımcı olmak istediğini ve bu konudaki bütün diplomatik girişimlere ülkesinin destek olacağını yeniledi.
Gerek Gül gerekse Davutoğlu'nun bütün bu olumlu ifadelerine rağmen İran konusunda gerçekçi bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Amerikan medyasında Türkiye'ye duyulan ilgi ve Türkiye'nin yükselen uluslararası profili bir gerçek. Ama Obama yönetiminin gözünde Türkiye'nin İran politikası ciddi kaygı yaratmaya devam ediyor. Washington'u en çok rahatsız eden konu böylesine hassas bir zamanda Türkiye'nin İran'la ticaret hacmini geliştirme çabası içinde oluşu. Son iki aydır Batı ittifakı, yani Amerika ve Avrupa, İran'a karşı uygulanan yaptırımların etkili olması için ciddi bir uğraş içindeyken, Türkiye'nin İran'la tam tersine yeni ticari anlaşmalar peşinde koşması ve iki ülke arasında üç misli ticaret hacmi hedefi konulması Obama yönetiminde şaşkınlık ve öfke yaratıyor. Yönetim içi yapılan değerlendirmelerde, İran'ın ekonomik ve finansal yaptırımları delmek için Türkiye'yi kullandığı ve nükleer programla ilgili bazı mali işlemleri Türk bankaları yoluyla yürütmeye çalıştığı belirtiliyor.
Durum böyle olunca, Türkiye'nin İran ve Batı arasında oynamak istediği arabuluculuk rolü Amerika'nın gözünde kabul edilemez hale geliyor. Mesela İstanbul'da İran konusunda bir zirve yapılması fikrine yönetim sıcak bakmıyor. Oysa Türkiye İran ile ticari ilişkileri konusunda biraz daha hassas bir zamanla içinde hareket etse durum farklı olabilirdi. İran konusunda yaşanan bütün bu sıkıntılara, bir de İsrail'le devam eden kriz eklenince, Türkiye dosyası Obama yönetimi açısından daha da çetrefil hale geliyor. Zaten tam da bu nedenle Washington perde arkasında haftalardır Abdullah Gül ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında New York'ta bir görüşme gerçekleştirilmesi için uğraşıyordu. Ama bu fırsat yaşanan gereksiz polemikler nedeniyle kaçırıldı. Bu durum bir kez daha gösterdi ki Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler yakın zamana kadar düzelmeyecek. Türkiye sonuç olarak hem İran hem de İsrail meselesi nedeniyle Ortadoğu'da çok istediği "aktif arabulucu ve sorun çözücü" rolü oynayamıyor. Mesela bölgede İsrail-Filistin cephesinde barış için bir hareketlenme varken, Türkiye bu gelişmelerin dışında, seyirci kalıyor. Türkiye her ne kadar İran ve İsrail meselesinde kendi haklılığına inansa da, Washington'daki bazı algılamalara göre bölgede artık "çözümün değil sorunun bir parçası" haline gelmiş durumda. Acele şekilde bu algılamayı değiştirici adımlar atmak gerekiyor.