Geçen hafta Washington'da dış politika gündeminin uzun süredir ilk kez tekrar Ortadoğu barış sürecine odaklandığını belirtmiştim. İki yıllık bir aradan sonra İsrail ve Filistin yönetimi arasında görüşmeler tekrar başlıyor. Barack Obama 2 Eylül'de Beyaz Saray'da Netanyahu ve Mahmud Abbas'a ev sahipliği yapacak. Mısır Devlet Başkanı Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah görüşmelere davet edildi.
Peki bu görüşmelerden ne çıkar ve Türkiye bu süreçte ne yol oynar? Bu iki farklı soruya iki farklı cevap vermek gerekiyor. Önce görüşmelerden ne çıkar ona bakalım. Görüşmelerin başarılı olup olmayacağı kontrol edilmesi zor birçok faktöre bağlı. 1990'lı yıllarda Oslo Barış Süreci devam ederken sürecin başarısız olacağına inananlar "bol süreç ve az barış" diyerek memnuniyetsizliklerini dile getirirlerdi. Zira Oslo süreci devam ederken sürekli kan dökülüyor ve düşük yoğunlukta bir asimetrik savaş sürüyordu.
O dönemde ortaya çıkan bir gerçek vardı: Ortadoğu'da bütün sorunlar birbirine bağlı. Bu bölgede hiçbir mesele diğerinden bütünüyle soyutlanamıyor. Bugün durum aynı. Hizbullah ve Hamas gibi aktörler devrede oldukça çözüm sadece Filistin ve İsrail arasında olmayacaktır. Herkesin temsil edildiği bir platform gerekiyor. Suriye ve İran masada olmadan başarılı bir barış süreci olamaz. Nitekim Oslo Barış Süreci'nin en başarılı dönemi aslında daha süreç başlamadan işin en başında yaşanmıştı. 1991'de hemen hemen bütün aktörlerin masada olduğu Madrid Zirvesi'nden sonra şekillenmeye başlamıştı Oslo Barış Süreci. Hemen hemen bütün aktörler vardı diyorum çünkü Madrid'de İran masada yoktu. Ama Suriye bir bakıma İran'ın çıkarlarını temsil ediyordu.
Amerika eğer gerçekten uzun süredir can çekişen barış sürecini bitkisel hayattan çıkarmak istiyorsa bunu ancak gene geniş katılımlı bir zirve sonrasında gerçekleştirebilir. Aksi takdirde sadece Mısır ve Ürdün'le bu iş yürümez. Eğer Obama açısından amaç kozmetik olarak iki tarafı bir araya getirmek ve kasım ayında yapılacak Amerikan ara seçimleri için oy toplamak ise durum başka. Washington'da Ortadoğu uzmanlarının çoğu Obama için 2 Eylül zirvesinin bu tür siyasi, kozmetik ve yüzeysel bir amaç taşıdığına inanıyor. Yani "bu zirveden fazla bir şey beklemeyin" mesajı veriyorlar.
Kanımca Obama bu durumun farkında ama gene de bu görüşmelerin Netanyahu üzerinde yerleşim merkezleri konusunda baskı oluşturacağına inanıyor. Amerikan seçimlerinin siyasi takvimi bir yana, bu ikili görüşmelerin 26 Eylül'den önce başlaması Washington açısından çok önemliydi. Zira bu tarihte Netanyahu'nun yerleşim merkezleri konusunda ciddi bir karar vermesi gerekiyor. Moratoryum ya devam edecek ya da bitecek. Obama'nın yaptığı hesaba göre görüşmelerin başlamış olması İsrail'in moratoryuma devam etmesini sağlayacak. Böylece kozmetik olarak başlamış olan barış süreci kozmetik olmayan bir amaca hizmet edecek.
Peki ikinci sorumuza gelirsek, Türkiye bu süreçte ne rol oynar? Bu soruya cevabı İsrail-Türkiye ilişkilerinin ne yönde gideceği verecek. Obama yönetimi Washington'da haftaya başlayacak sürecin Ortadoğu'da daha geniş katılımlı bir konferans ile devam etmesi gerektiğini şimdiden açıkladı. Mısır'ın ev sahipliği bu zirve için klasik bir seçim olacak. Öte yandan şu anda hayal gibi gözüküyor olsa da, eğer Ankara ve Washington, Türkiyeİsrail ilişkilerini düzeltmek için yaratıcı bir formül üzerinde anlaşırsa bu zirvenin İstanbul'da yapılması gündeme gelebilir. Türkiye muhtemelen bu kış düzenlenecek bu büyük konferansa ev sahipliği yapmak için şimdiden sessiz bir diplomatik atak yapmalı. Seçim ortamında olan Türkiye'nin şu anda İsrail konusunda esneklik göstermesi zor. Ama yaşanan krizi büyük bir fırsata çevirmek Ankara, Washington ve Tel Aviv'de bulunacak yaratıcı formüllere bağlı.