Çocukluktan gençliğe ilk adımlarını atan birine edebiyat sevgisini kim aşılar? Ailede edebiyatçı ya da kitapsever varsa sorun yok. Ama çocuk, edebiyatla uzaktan yakından ilgilenilmeyen bir aile ortamında yetişiyorsa, iş öğretmenlere düşüyor. Edebiyat öğretmenlerine.
Edebiyat öğretmenine göre de durum değişir. Öğretmeninize göre, ya edebiyatı seversiniz ya da edebiyattan nefret edersiniz.
Yeni tanıştığım bir genç, Gökhan Özkara, coşkuyla edebiyat öğretmenini anlatıyordu geçenlerde.
"Bizim sınıfta dört kişilik bir grubumuz var," diyordu. "Geçen yıla kadar ders kitabı dışında elimize kitap almamıştık. Kitap okuyanlarla dalga geçerdik. Ama geçen yıl yeni bir edebiyat öğretmeni geldi bizim sınıfa..."
Gökhan'ın anlattıklarını uzun uzun aktarmayayım. Tek cümle yeter: Şimdi en sevdiği şair Edip Cansever.
Ortaokul-lise öğretmenlerimi düşündüm.
Robert Kolej, Arnavutköy'e taşınmadan önce şimdiki Boğaziçi Üniversitesi'nin yerindeydi. İki yıl süren "hazırlık" dönemini üç yıl orta, dört yıl da lise öğrenimi izlerdi.
O süre boyunca sekiz edebiyat öğretmenim oldu.
***
İlki
Mihri Pektaş'tı. Temel dilbilgisi kurallarını ondan öğrendik.
Kazım Zafir Yenerden ise aruzu öğretti. Neredeyse haftada bir
"Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak" dizesini hece hece, vezne uygun iniş-çıkışlarla okurduk. Bir keresinde bütün sınıf bu dizeyi koro halinde bağıra bağıra söylerken Müdür
Sakallı Allen "Ne oluyor?" diye telaşla sınıfa dalmıştı.
Kazım Zafir'den bir tek bu dize kaldı bende.
Edebiyat sevgimi pekiştiren
Turan Çağlarca oldu. Filinta gibi, uzun boylu, duglas bıyıklı, dünya yakışıklısı bir insandı. Çok da iyi bir öğretmendi. Öğretmenimiz değil de, bize incelikle yol gösteren bir ağabeyimizdi.
Tacettin Ünlü de edebiyatı, sanatı gerçekten seven bir öğretmendi. Okulu bitirdikten sonra tiyatrolarda, oyun galalarında karşılaşırdık zaman zaman. Sanatla ilgimi kesmediğimi görünce gözlerinin içi gülerdi.
Ekrem Yirmibeşin. İmzasını
"25in" diye atardı. İki cümlesinin biri
"Monşer" diye başlardı. Okuldaki Türkçe oyunları da o koyardı sahneye. Bende öğretmenliğinden çok yönetmenlik serüvenleri kalmış.
***
Edebiyat öğretmenlerimden üçüne ayrı yer ayırmalıyım.
Biri
Ahmet Aksoy. Dört yıl öğrencisi oldum. O dört yıldan, rengini yitirmemiş bir tek anı kaldı bende:
Bir gün aruzla yazılmış dizeler söylemeye başladı; o dizelerin vezinlerini bulmamızı istedi.
Baki'den,
Nedim'den,
Fuzuli'den dizeler.
"Şunun veznini bulun şimdi," dedi.
"Attın kalbime ateşten bir ok."
Başladık düşünmeye.
"Mefulü mefailü" diyoruz, olmuyor.
"Failatün failatün" diyoruz, olmuyor,
"Mefailün feilatün" diyoruz, olmuyor. Bildiğimiz ne kadar vezin varsa, denedik, tutturamadık.
Derken hocamız başladı gülmeye. Hepimiz dehşet içinde kaldık. Ahmet Aksoy gülüyor! Olacak iş değil. Sınıfta ölüm sessizliği. Hoca hepimizin yüzüne teker teker baktı;
"Bu aruz vezni değil, hece vezni," dedi.
"Ben yazdım."
***
Zahir Güvemli. Resim yazılarından, tiyatro eleştirilerinden tanıyorduk onu. Böyle bir yazar-öğretmene kavuştuğumuz için bayağı sevinmiştik. Ama galiba umduğumuzu bulamadık. Renksiz, cansız geçen derslerden sıkılır olduk.
***
Okulda en sevdiğimiz edebiyat öğretmenimiz
Behçet Kemal Çağlar oldu. Doğrusu istenirse, pek bir şey öğrenemedik ondan. Ama sınıfta hiç değilse biraz edebiyat soluduk.
O dönemde Kabataşlı arkadaşlara imrenirdik. Öğretmenleri
Behçet Necatigil diye. Ama bizim Behçet Hoca da edebiyatı keyifli bir derse dönüştürmüştü.
Anıl (Meriçelli),
Spiro (Kostof), ben, harıl harıl şiir yazardık. Hoca bazen alır okurdu yazdıklarımızı. Bir keresinde,
"Bunları Yirminci Asır dergisindeki köşemde yayımlayacağım," dedi.
Yüreklerimiz pıtır pıtır, o sayıyı bekledik.
Evet, şiirlerimiz yayımlandı. Ama Behçet Hoca hepsini
"düzeltmiş", vezinli-kafiyeli yapmış, imzalarımızdan başka neredeyse her şeyi değiştirmişti!
Dersi kaynatmak mı istedik, sorumuz hazırdı:
"Hocam, Battal Gazi nasıl gidiyor?"
Battal Gazi Destanı üstünde çalışıyordu uzun süredir. Bitirdiği bölümleri bize de okuyordu. Biz sorunca, her şeyi bırakır, başlardı okumaya. Dersin bittiğini bildiren zil çalıncaya kadar.
Öğretmenliği tartışılırdı Behçet Kemal'in. Şairliği haydi haydi tartışılırdı. Ama insanın içini ısıtan içtenliği, yakınlığı, hepimizin dünyasına renkler katıyordu.