Dün "Yaşamdan Dakikalar" ekibinin konuğuydum. Nebil Özgentürk'ün kaptanlığında, Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu, Sunay Akın'la inanılmaz keyifli "dakikalar" geçirdim. Konudan konuya geçerken biriki anekdot aktardım programda. Çekimden sonra genç bir teknisyen arkadaşımız, "Ağabey," dedi, "bunları gazetede de yayımlasana..."
Neden olmasın?
Anlatmadıklarımla birlikte...
***
Ne zaman birine bir ödül verildiğini duysam, aklıma romancı Harold Robbins'in anlattığı bir olay gelir.
Bir gün Robbins'in California'daki evinin telefonu çalmış. Robbins telefonu açmış. Bir kadın sesi:
"Sizi New York'tan arıyorum. Filanca derneğin başkanıyım."
"Buyrun," demiş Robbins.
"Sizi kutlarım. Amerika'nın yaşayan en büyük yazarı seçildiniz."
"Teşekkür ederim."
"Ödülünüzü önümüzdeki cuma günü New York'ta vereceğiz. Sizi bekliyoruz."
"Yazık ki, gelemem," demiş Robbins. "İki gün sonra Avrupa'ya gidiyorum."
"Nasıl olur!" demiş kadın. "Bu büyük bir ödül. Oybirliğiyle verdik. Yolculuğunuzu bir hafta erteleyemez misiniz?"
"Erteleyemem. Olanaksız."
Bir an sessizlik olmuş telefonda. Sonra, "Peki," demiş kadın, "bize önümüzdeki cuma New York'a gelebilecek bir başka yazarın adını verebilir misiniz?"
***
Truman Capote, bir kitabında Amerikan müzikali "Porgy and Bess" in Sovyetler Birliği turnesini anlatır. "Demirperde" gerisine götürülen ilk Amerikan oyunudur bu. Açılış Leningrad'da yapılacaktır.
Salon o gece tıklım tıklımdır.
Oyun İngilizce olduğu için, birinin perde başlarında sahneye çıkıp konuyu Rusça anlatmasının uygun olacağı düşünülür. Ama kim yapacaktır bunu? Toplulukta Rusça bilen kimse yoktur. Sovyetlerin üst düzey bir dışişleri görevlisine rica edilir. Eline tutuşturulan Rusça özeti okuması istenir.
Dışişleri görevlisi sahneye çıkar. İlk perdenin konusunu okur.
Capote, "Çok heyecanlıydı, sesi titriyordu," diyor. "Kekeleyerek okudu özeti. Bir ara bayılacak gibi oldu."
Sonra devam ediyor:
"İkinci perdeden önce yine çıktı sahneye. O perdenin de özetini okudu. Ama kendine güveni daha artmıştı şimdi. Sesi titremiyordu. Hiç takılmadan okudu Rusça çeviriyi. Oyun bitti. Turne sona erdi. Amerika'ya döndük. Altı ay sonra Leningrad'dan aldığımız bir mektup bizi kahkahalara boğdu. Dışişleri görevlisi istifayı basmış, tiyatro oyuncusu olmak için konservatuara yazılmıştı."
***
Yapımcı Zanuck, Irwin Shaw'un bir romanının sinema haklarını satın almış. Senaryoyu yazdırmış, yönetmeni, oyuncuları saptamış, film çevrilmiş. O arada, romanının başına gelecekleri herhalde tahmin eden Shaw, stüdyoya adım bile atmamış. Filmin galasına gitmiş. Gösterimden sonra Zanuck, Shaw'a filmi nasıl bulduğunu sormuş.
"Çok sevdim," demiş Shaw, "bunu romanlaştırma haklarını satar mısınız bana?"
Zanuck yanıtlamış: "Satarım. Ama bir koşulum var: Sonra film haklarını bana satacaksınız."
***
Ünlü oyuncu John Barrymore, ABD'de "Hamlet" i turneye çıkarmıştı. San Francisco temsilinden sonra sahneden ayrılmadı; seyircilerle derin bir sohbete başladı.
Shakespeare'le ve kendi oyunculuğuyla ilgili çeşitli soruları yanıtladı.
Sohbetin sonunda seyircilerden biri sordu:
"Hamlet Ophelia'yla yattı mı?"
Bir an düşündü Barrymore; sonra, "Evet," dedi, "Chicago'da yattı."
***
Warren Beatty, yapımcılığını üstlendiği ve yönettiği "Kızıllar" (Reds) filminde yüzlerce figüran kullanmıştı. Çok titiz çalışıyor, filminin gerçekten iyi olmasını istiyordu. Figüranların da, oyuncular gibi, filmin özünü kavramasından yanaydı. Ama bir sorun vardı ortada: Figüranlar, ne Komünizmi biliyorlardı, ne de "Dünyayı Sarsan On Gün" ün yazarı John Reed'in adını duymuşlardı.
Beatty, figüranları topladı. Bir kürsüye çıkıp, elinde mikrofon, uzun uzun John Reed'i anlattı onlara, Komünizm üstüne temel bilgiler verdi, sömürüden, emekten, işçi sınıfından söz etti.
Konuşması sona erince, figüranlar kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantıdan sonra, aralarından seçtikleri temsilciler, Warren Beatty'ye gitti. "Sömürülüyoruz," dediler. "Emeğimize karşı aldığımız ücret çok az. Zam yapmazsanız işi bırakacağız."
Beatty köşeye sıkışmıştı. Filmi kurtarmak için figüranların isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.
***
Şair T.S. Eliot'un bir yazar arkadaşı, "Eleştirmenler başarısız sanatçılardır," demiş.
Eliot'un yanıtı: "Sanatçıların çoğu da öyle değil mi?"