Eskiden yazarın tek "aracı" sı vardı: Kalem. Edebiyatçı, kafasından, yüreğinden kopanı onunla aktarırdı kağıda. Doğrusu, daktilo denen "makine" bile durumu pek değiştirmedi. Çoğu yazarlar, elle yazdıklarını "temize çekmek" için kullandılar daktiloyu. Kimileri de, benim gibi, kendi özel daktilosunu bedeninin ayrılmaz bir parçası bildi, onunla arasında içtenlikli, sıcak bir bağ kurdu.
Ama bilgisayar icat oldu ya, kimi şeyler değişti. Teknolojinin egemenliği "yazarlık" denilen şeyi altüst etmese de epey karıştırdı. "Geri al" lar, "ileri al" lar, "delete" ler, "insert" ler, "scroll" lar, içtenliği de sarstı. Yazarla ürünü arasına girdi. Yapıtı yazarla birlikte yaratır oldu sanki.
Yazarın bilgisayarı, başkalarının bilgisayarlarıyla sürekli iletişim kurabilen, neredeyse "ortaklaşa" bir araç olarak belirdi.
Bilgisayarın yarattığı kolaylıklar ve "şablon" lar, yazarlığın o eşsiz çilesini de hafifletti. Adeta bir "bilgisayar-yazar" türü çıktı ortaya. Kişiliklerin renkleri birleşti, tek renge dönüştü.
Öyle ki, kimi şirketlere sipariş vererek kendi adınıza bir roman bile yazdırabilir oldunuz.
Yazdığınızı elinize alıp okumanız da gerekmiyordu artık. Ekran vardı. Yayıncıya da dosya yerine disket ya da CD verebilirdiniz.
Bunları bütün yazarlar için söylemiyorum elbet. Neyse ki, kendi kişiliklerini koruyan yazarlar günümüzde de var.
Sinemacılar olduğu gibi.
***
Ninemin sık sık anlattığı bir öyküydü... Adamın biri Padişahın huzuruna çıkmış, "Ben kırk dikiş iğnesini arka arkaya dizer, ipliği de bir fırlatışta kırkının birden deliğinden geçiririm," demiş. Ustalığını Padişahın karşısında da göstermiş. Padişah, "Şu adama kırk altın verin, kırk da sopa çekin," demiş. Adamın şaşırdığını görünce eklemiş: "Kırk altın ustalığın, kırk sopa da böyle bir şeye yıllarını harcadığın için."
Ne zaman görsel efektlerin egemenliğinde yaratılmış bir film görsem, bu geliyor aklıma.
Final Fantasy filminin yapım öyküsünü hatırlıyorum. "Oyuncuları ve gerçek mekanları devre dışı bırakan bir hiper gerçekçi animasyon tekniği kurabilmek için" Honolulu'da 40 milyon dolar harcanarak dev bir stüdyo yapılmış. Özel yazılımın geliştirilmesi için 1.5 yıl, animasyon süreci için 1 yıl, bunun "kompozisyonu" için 1.5 yıl harcanmış. Sonunda derilerinden saç tellerine kadar gerçek oyuncuları hiç aratmayan, seyirciyi "ne kadar da insana benziyor" diye şaşırtan sanal kişiler yaratılmış.
Neden? Niçin? Ne uğruna?
***
Çocukluğumuzda bizi şaşırtan, "acaba bunlar nasıl yapılıyor" diye düşündüren filmler vardı. İlk King Kong sözgelimi... Dev gorilin Fay Wray'i avucunun içine nasıl aldığının sırrını çözmeye çalışırdık. Sonra Dev Adam ... Kaptan Marvel'in nasıl olup da uçabildiğini uzun uzun tartışırdık. "Film hileleri" üstüne kafa yorardık.
Ama o filmlerin hepsinde her şeyden önce "insan" vardı. O hileler, filmi eğlenceli kılmak için kullanılan "araç" lardı. "Amaç" değildiler. İyikötü bir öyküyü renklendiren ayrıntılardı. Öykünün temelini oluşturmuyorlardı.
***
Şimdi öyle mi ya?
Artık "insan" ı yansıtan filmlere özlem duyar hale geldik neredeyse.
Matrix'lerle, Örümcek Adam'larla kuşatıldık.
Karayip Korsanları gibi serüvenler bile, çekiciliğini bilgisayarla yaratılmış efektlerden alıyor.
Nerede Kara Bayrak'ın Tyrone Power'ı, Korsanlar Kralı'nın Paul Henreid'i... Nerede Errol Flynn ...
Onlar insandı. Karayip Korsanları'nın Johnny Depp'i ise görsel efektlerin bir parçası sanki, bir bilgisayar ürünü. O görkemli teknik gösterinin aracısı.
Eskiden kahramanımız elini kılıcına attığında soluklarımızı tutardık. O insandı çünkü. Şimdi ise kırk canavar, elli uzaylı, yetmiş android tarafından saldırıya uğrasa bile kılımız kıpırdamıyor.
Çünkü kahramanımız da insanlığını yitirdi, onlar gibi bir yaratık oldu.
***
Bilgisayarların yazdığı romanları kimler okuyacak, bestelediği müzikleri kimler dinleyecek, çizdiği resimleri kimler seyredecek?
Şimdilik sinema başı çekiyor. Alçakgönüllü efektlerle başlayan bir yaklaşım, sonunda zırvalığın doruklarına ulaşıyor. Sanal derken gerçeği, insanı unutmaya başladık. Bir zamanlar beyazperdede varolan insan, oradan yok olup salona indi, sadece seyirci olarak koltukta yerini aldı.
Bu gidişle oradan da çekip gidecek, yerini sanal seyirciye bırakacak.