Büyük bir seyirci desteği... Hırslı futbolcular... Tempolu çok yoğun bir baskı... Adeta tek kale bir ilk devre... Östersunds takımı fizik olarak diri... İlk maçtaki çok önemli avantajının moraliyle de 10 kişiyle iyi yerleşimli, disiplinli ve alan daraltan bir oyun oynuyor. İlaveten bir tek Belhanda'ya adam adama yakın markaj var.... Galatasaray, rakibine organize olma şansı vermiyor. Tüm riskleri almasına rağmen kontratak şansı tanımıyor... Ancak 40. dakikaya kadar Galatasaray'ın tehlikeli tek pozisyonu yok. İkinci yarı işlerin daha zor olacağı belli. Çünkü ilerleyen bölümlerde tempo düşecek, fizik açıdan kuvvetli rakip de etkili çıkışlar yapabilecek... Bu yüzden ikinci yarının ilk 15 dakikası çok önemli.. Mutlaka moral getirecek bir gol gerekli... O fırsat da 51. dakikada geldi ama Gomis net pozisyonda kafayı dışarı vurdu... Ümitler devam ederken Tudor yine gereksiz bir maceraya döndü.. Carole'ü çıkartıp Eren'i oyuna alırken her zaman baş ağrıtan üçlü defansa döndü... Kısa süre sonra da Ahmet Çalık'ın hatasıyla Östersunds penaltı kazandı... Bu pozisyonda Muslera'nın mutlaka kırmızı kart görmesi gerekiyordu. En azından ikinci sarıdan ama hakem bir kıyak yapıp kartını çıkarmayarak bir şans kapısı bıraktı. Ancak penaltı gol olunca her şey bitti...
İşin gerçek yönüne baktığımız zaman şunu gözlemliyoruz: Bu kadar yoğun baskıya ve deneyimsiz bir rakibe rağmen yine üretkenlik yok... Cevabı gayet basit: Günümüz futbolunda en önemli olay oturmuş bir oyun modeli ve takım bütünlüğünü sağlamaktır. Ama Galatasaray'ın, geçen seneden oturmuş bir sistemi yoktu. Buna bir de yeni transferler eklenince ve sezon başı olunca doğal olarak ofansif girişimlerde bir plan ve program uygulayamıyor. İşte bunların göz önünde bulundurulup ilk maçtan hasarlı dönmemek gerekliydi...