Şunu dün akşamki maçta bir kere daha anladık ki, taraftarsız bir maçın hiçbir keyfi yok. Maç öncesi düşüncemizde Fenerbahçe, 'seyircisiz oynasam bile kendi sahamdayım' mantığıyla baskı ve tempoyla mı başlayacaktı yoksa diğer Avrupa Kupası maçlarında oynadığı gibi denge oyununu mu tercih edecekti. Kafamızdaki soru işareti maç öncesi buydu... Tercih edilen ise ikincisi oldu. Rakip on kişi kalıncaya kadar iki takımın da fazla pozisyon üretemediği ama oyunu de ele alamadığı tam bir denge oyunu vardı. 20. dakikadan sonra gelen kırmızı kartla, sayıda denge bozulduğu gibi oyunu da az da olsa Fenerbahçe eline aldı. BATE Borisov ileriye çıkamıyordu.
Özellikle ilk yarının son 15 dakikasında Fenerbahçe pozisyon üretmeye başladı. Nitekim son dakikada penaltı golü geldi. Belki ilk yarı 0-0 bitse ikinci yarıda Fenerbahçe'nin oyunu çok daha farklı olacaktı. Ancak 1-0'lık avantaj F.Bahçe'nin ikinci yarıda yine aynı oyun mantığını sürdürmesine neden oldu.
İkinci yarının başında yaşanan yüzde yüz pozisyon korkuttu ama F.Bahçe Cristian ile ikinci golü bulsa oyunu tamamen koparacaktı. Oyun kopmayınca rakip hep oyunun ve skorun içinde kaldı. Bu da hep futboldaki 'her an her şey olabilir' düşüncesi maçın sonuna kadar tedirginlik ve korkuyu getirdi. Tabi ligin ikinci yarısında Emreli Fenerbahçe'yi seyrettikten sonra ister istemez hep böyle kıyaslamaya gidiyor insan Fenerbahçe'nin oyununda... Hakikaten Emre'nin varlığı Fenerbahçe'de çok fark yaratıyor. Ama maalesef Fenerbahçe Avrupa'daki yoluna Emresiz devam edecek. Dün akşam bireysel performans olarak öne çıkan pek oyuncu yoktu. Ben en çok Cristian ile Mehmet Topal'ı beğendim. İlk 16'ya kalan Fenerbahçe'nin rakibinin Victoria Plzen oluşu da Avrupa kupası macerasında çok daha fazla şeyler hayal ettiriyor.