A Milli Takımımızın kadroları değişiyor, skorlar değişiyor. Son dönemde değişmeyen tek gerçek kendi takımlarında süre almakta sıkıntı yaşayan oyuncuların her maçta mevcudiyetini koruması… Kalite, bireysel çalışma, takım idmanı önemlidir. Ancak maç performansı, maç dinamizmi ayrı değerdir. Bu fark, tempo ve uyum gerektiren önemli ve güçlü maçlarda hissedilir. Dünya Kupaları eleme gruplarında "sonda kalan, averaj takımları olarak nitelendirilen ve bu yüzden puantajdan düşen takımlar karşısında bunu görmeniz çok mümkün değildir.'' Uluslar Ligi'ndeki C grubundaki rakiplerimiz gibi!
İlk maçı 2-0 kazandığımız Lüksemburg bile dün gece bunu hissettirdi. Öyle hale geldik ki dağınık ve bireysel oyunla, basit hatalarla golleri yer olduk. Attığımız üç gol de İsmail'in attığı gol hariç ilk golde beceri Kerem'in kişisel kıvraklığıyla penaltı alması, ikincisi kendi kalesine golü atan defans hatası. Takımlarında süre alamayan ya da iyi performansı olmayan oyuncuları sahaya sürerseniz "takım oyununa" değil, yıldız isimlerin bireysel yeteneklerinden medet umar hale gelirsiniz. Türkiye'nin en iyi sezon başlangıcına imza atan Türk oyuncu Salih'i, geçen yılın gol kralı Umut Bozok'u, milli forma diye tutuşan Cenk Tosun'u almamak kesin sebep sonuç ilişkisi değildir ama sorunlu felsefe göstergesidir. İlk formasını giyen formda İsmail'in golle başlaması kadar formda olan İrfan'ın son bölümde kattığı kalite, anlayana net bir belgedir. Stefan Kuntz, averaj takımlarına karşı ürettiğimiz skorların tatlı rüyasından uyanıp nasıl 3 gol yediğimizin acı gerçeğiyle yüzleşmelidir. Bu bir fırsattır. Türkiye "B Ligi'ne çıktık, çok başarılıyız" illüzyonuna kapılırsa gelecek çok sancılı olur.