Erken gelen İngiliz golü bize son yılların en keyifli finalini izlettirdi. İlk yarı bittiğinde İtalyanlar %65 topa sahipti, beraberlik golünü attıklarında ise %74… Aslında beklenen tablo tam tersidir. İtalya atar, sonra da rakibine "ot" yoldurur. Kapanırlar, vakit geçirirler, zamanı kullanırlar ve kazanırlar. Geriye düşmeleri, onları Mancini yönetiminde onlarca maçtır "yenilmez" yapan özelliklerini ortaya çıkarmalarını da sağladı. Final maçlarını yetenek değil, tecrübe oynar. Kazanmayı bilmek ve gerekenleri ortaya sermek mavilere düştü. Kalelerinde şut göstermeden maçı da kontrol ettiler tansiyonu da. Beraberliği sağlayacaklarını hissettirdiler herkese, sadece zamanı bilinmiyordu.
Eşitliğin sağlanması ile birlikte İngiliz takımının plansız ve yetersiz olduğu da ortaya çıktı. Finale gelmelerini sağlayan "tartışmalı penaltı" bir tarafa, ekstra oyuncuları üstünden skor yaparak yürümüşlerdi final yolunu. İngilizler bu yolculuk boyunca eğlendiler, sevindiler ve umutlandılar. Ancak karşılarında başka bir takım buldular. Ama İtalyanlar'ın oyununda bir ruh, enerji veya gayreti gördük. Evet; İngilizler takım olarak oynuyor, kapanıyor ve sürprizi arıyorlardı. Ancak vücut dilleri kazanmak üstüne değil, skoru korumak isteyen çaresizlik içeriyordu. Kendilerinin yapacağından çok, rakiplerinin hatasına beklentilerini kurmuşlardı. Bu bir finalde iş yapacak formül değil. Oyunun penaltılara gitmesi, İngiliz takımının kupa umudunu korumasının tek çaresiydi. Stadın her tarafı İngilizlerle kaplanmışken, penaltıların atılacağı kaleyi bile seçmek için çaresi yoktu İtalyanlar'ın. Sonrası artık oyuncular ile kaleciler arasında geçecekti. Sonrasında Donnarumma iki penaltı kurtardı üst üste. Kupayı Wembley'de İtalya'ya getiren destan yazıldı. Tribünlerdeki sevinç çığlıklarının, hüzün mırıldanmalarının ardında saklandığı anlardı. Sonuç basit; hak eden; kazandı…