İlk maçın sonucunun verdiği rehaveti de hesaba katmalıyız, Fenerbahçe'nin takım olmak adına yaşadığı sorunları da. En kötüsü ikisinin bir araya gelmesiydi ve Zürih'teki 90 dakika iyi-kötü fikir veremeden bitti.
Devre arasında sohbet ederken, oyunu eleştirelim dedik ama takımın geneline yayılmış, vazgeçmişlik çıktı karşımıza. Van Persie'nin ilk 11 oynamasının mutlak nedeni, maç tecrübesini kazanmak olmalıydı. Stoch'a ise Başakşehir maçındaki hakkı teslim ediliyordu. Plansızlığın içinden üretim yapmak çok mümkün değil. Bir de buna "bir şeyler yapsın" diye beklenenlerin, oyunun sorumluluğunu almaması eklendi.
Ortaya çıkan 15 bin seyirci önünde oynanan, ciddi bir hazırlık maçı oldu. Fakat günün mesajında Advocaat için yazacak satır var mıydı, bilemiyorum. Hala takımı tanımaya, kime güveneceğini keşfetmeye çalışıyor. En az sorunu defansında yaşadığını düşünürsek, elindeki kısıtlı kadro ile orta sahasını daha doğru paslarla oynatması gerekecek.
Van Persie'nin önünde daha en az bir ay var. Formsuzluğunun ötesinde, yürüyecek hali yokmuş gibi kaldı sahada. Yine değişikler sonrasında hareketi ve tempoyu biraz olsun getirdiler. Dakikalar tecrübeyi de devreye soktu. Sakin kalıp, 10 bin gurbetçinin kendilerinden beklediği golleri tabelaya işlediler.
İlk golde Alper'in kaleciyi geçip, filelere yönelen topuna Fernandao dokundu. Golü tamamladı yani. Ve tüm takım Alper'in çevresinde birleşirken, Fernandao garip bir yalnızlıkla kendi sahasına yöneliyordu. Alper'e bile gitmeden. Birkaç dakika sonra Kjaer geldi yanında, kutladı kendisini.
Bu tabloyu doğru yorumlamak gerekiyor. Ortada ya bir yalnızlık var, ya da takımın tavrı. Advocaat'ın da bunu fark etmemesi mümkün değil. Önündeki uzun yolda çözmesi gereken bir sorunu daha olduğunu anlamıştır. Takımını hem kondüsyon olarak geliştirmek, hem de mental olarak bir araya getirmek zorunda.