Ortam, maçı iki takım için de "zor şartlara" zorladı. Amed seyircisiz oynamak zorundaydı. Bu sezon kupanın hikayesini yazan, gruptan yenilgisiz çıkıp Bursaspor'u deplasmanda eleyip, çeyrek finale adını yazdıran bir ikinci lig ekibi vardı önümüzde.
Bu maç için uçaktan inip; stada giden, belki de bir çay içmeye bile vakit bulamadan tekrar İstanbul'un yolunu tutan bir Fenerbahçe kafilesi de cabası.
Saha zemininde top sekerek yoluna devam ediyordu. Maç konsantrasyonu iki takım adına da çok düşüktü. Neredeyse kaleyi tutan her şutun gol olmasının sebebi de buydu belki de...
Beş günde yedi gol yiyen Fenerbahçe için farklı parantezler açılabilir. Ama bu maçın kendi özelinde olumlu veya olumsuz yapılacak eleştiriler sağlıklı olmaz. Sadece "Sahaya çıkma" göreviyle bulunuyor gibiydi Fenerbahçe takımı. Oyunu germeden, rakibe saygı duyarak ve forma sorumluluğunda oynadılar.
Pereira'nın 46'daki müdahalesiyle, mental olarak maçı bitirmiş havası yaşaması, oyuncularına yansıdı. Santrforsuz devam kararında, Diego-Meireles karşılaştırması yapma fırsatını yakalamamız, bu maçın "iri taşı" olabilir. Dört ay sonra forma giyen Portekizli'nin biri gol, gollük iki direkt pası ve biri kalecide kalan iki gol girişimini izledik. Akıllı olmanın, yetenek kadar öne çıkması gerektiğini anlattı bize Meireles.
Fenerbahçe'nin 20 maçtır patinajla oynamasının nedenlerinden birini de gördüğümüzü sanıyorum. Maç sonu röportajlarında Ramazan'a "Hocanız size Amed'i anlattı mı?" diye soruldu. Cevap; bir sessizlik sonrasında, "Evet hocamız bizi uyardı; Buraya kadar geldiklerine göre çok iyi bir takıma karşı oynayacağımızı söyledi" oldu.
Bu müthiş analiz sonrasında da takım sahaya çıkıp, ne yapacağını sadece rakibin çok iyi olduğunu bilerek oynadı. Halbuki sadece Bursaspor maçını seyretseler, özellikle sol kanadı çok etkili kullandıklarını, en azından Şener'e yakın oynaması gereken bir orta saha görevlendirilmesi gerektiğini bilirlerdi. Rakip ciddiydi ama taktikler mevlam kayıra kısmına yazdırılmıştı.