İlk 20 dakikasında Fenerbahçe adına "çok rahat" diyeceğimiz bir maçın, adım adım "kabus" sıfatını kazandığını gördük. Birinci nedeni takım disiplinin, oyundaki karakter olmaktan uzaklaşmasıydı. Doğru ve canlı koşuların yerini, bir anda "bireysel" şovların aldığını görüyorduk. Özellikle Emenike'nin bir anda ayrı bir yörüngeye geçmeyi tercih etmesi, Kuyt ve Sow'un da oyunun aksiyon yönünden uzaklaşmasıyla zincirleme etki haline geldi. İlk doğru atakta, beraberlik golünü yediler. Hataları bir, iki, üç diye sayabilirdik. Takıma bulaşmış bir "kibir" üretimi... Bunun üstüne Emre'nin attığı bir pasın auta gitmesiyle birlikte oyundan vazgeçişi vardı. Sinirlendi ve konuşmaya başladı. Orta saha Karabük'e geçti. Hakan Özmert organize etti, takımı O'na uydu. Baskın sıkıştırmalardan, ayağa- tek topla sıyrılıverdiler. İkinci gol, Samba Sow ile beşlenen Karabük defansına değişiklik getirdi. Maç tempo kazandı, oyun çizgiye yayıldı. Ama atak kalitesi yükselmedi. Topu yere indirmek yerine, kör ortalarla ceza alanında "kaos" arıyorlardı. Diego 61'de oyuna girdiğinde, kendini topa gösterip pas organizasyonu tamamlamaya başladığında, beklenti yükseldi. Kendi kalelerine attıkları abuk gol sonrasında daha ciddi olmayı becerdiler. İyi başlamak önemlidir. İsmail Kartal'ın değişiklikleri, oyunu kurgulaması ve yönlendirmesi de problemsizdi.
Gecenin üç önemli notu vardı. Birincisi, MHK'nin kesin talimatına rağmen Kuyt'a arkadan ve darbeyle faul yapan Erkan Kaş'ın kırmızı kart görmemesi. İkincisi; yerini Dieogo'ya bırakırken, Emenike'nin huzursuz ve mutsuz vücut dili. Konu Emenike ise duracaksınız. Ersun Yanal'ın "Tek başına olmak istiyorsa, tenis oynasın" dediğini hatırlayalım. Üçüncüsü; kendisine dokunulmadığı halde, darbe almış gibi yere düşerek; penaltı arayan Emre Belözoğlu... 34 yaşında, takım kaptanı. Hakem iyi ki doğru karar verdi, kendisine ve Fenerbahçe'ye yakışmazdı...