Bugün size 'FETÖ'nün firari monşerleri' ile burada yakayı ele veren mahkûmlar arasındaki hiyerarşik ve sınıfsal farkı gösteren bir itirafçılık öyküsü anlatacağım. Milli İstihbarat Teşkilatı'na ve dolayısıyla 'dönemin Başbakanı' Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik 7 Şubat operasyonunun görünürdeki aktörü FETÖ'cü eski savcı Sadrettin Sarıkaya'nın ibretlik öyküsü…
Aslında bu öykünün Şubat 2017'ye kadar olan kısmını, 26 Şubat 2017'de SABAH Pazar'taki köşemde yazmıştım. O yazı, "Yol yakınken dönmeyenleri Sadrettin Sarıkaya'nın hikâyesini andıran bir son bekliyor" cümlesiyle bitiyordu.
Dün öğle saatlerinde ajanslara, Sarıkaya ile ilgili önemli bir haber düştü: "FETÖ'nün 'Selam Tevhid' soruşturmasında kumpas yaptığına ilişkin davada aralarında Sadrettin Sarıkaya'nın da bulunduğu 24 eski hâkim ve savcı hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi."
Sarıkaya'nın öyküsünde Türkiye'de halen saklanabilen kaçak FETÖ'cüler açısından 'ibretler' var. FETÖ'cülerin örgütleriyle ilişkisi, bir süre sonra terk edilmesi zor tehlikeli bir bağımlılık ya da bitirilmesi zor, yok edici, marazi bir ilişkiye dönüşüyor. Böyle olunca etkin pişmanlık sistemi, eşyanın tabiatı gereği işlemiyor ve örgütün firari monşerleri yurtdışında ekmek elden su gölden yaşarken, burada kalıp yakalananlar ihanetin bedelini tek başına ödemiş oluyor. Henüz yakalanmayanlar ise yakayı ele verecek olma korkusuyla yaşamaya devam ediyor.
PİŞMAN OLMAYI REDDEDİNCE PİŞMAN OLDU!
Sadrettin Sarıkaya ile ilgili etkin pişmanlık teklifi sürecini uzun bir süre yakından takip etmiştim. Hikâye, FETÖ'nün, 7 Şubat 2012'de dönemin Başbakanı Erdoğan ameliyat masasında iken giriştiği başarısız MİT operasyonundan hemen sonra başlıyor.
Devlet, FETÖ'nün bu ilk saldırı girişimini savuşturduktan sonra Sadrettin Sarıkaya'yı itirafçı yapmak üzere harekete geçti. Sarıkaya'nın, kendisini önceden tanıyan eski Savcı Murat Yiğit'le 22 Şubat 2012'de yaptığı görüşmeden sonra...
Sarıkaya, o dönemde 7 Şubat'ın talimatını veren örgütüne değilse bile şimdi firari olan FETÖ'cü eski başsavcı vekili Fikret Seçen'e kızgındı. İstihbari deyimle motifi, zaafı buydu ve itirafçı olmaya da kısmen meyilliydi.
İMAMLARIN BASKISIYLA SUSTU
Sarıkaya'yı ilk 'itirafçılaştırma' girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun sebebi, önemli bir ayrıntıda gizliydi. Sarıkaya'nın üç çocuğu da vaktiyle askeri okullara yerleştirilmişti. Elbette FETÖ tarafından... (15 Temmuz sonrası TSK ile ilişkileri kesildi elbette.)
Sırf bu nedenle bile 17- 25 Aralık sürecinden önce itirafçı olması zordu Sarıkaya'nın. 17-25 Aralık'tan sonra gelgitler yaşadı. Ancak örgütünü satması düşük ihtimaldi. Devletten maddi beklentileri vardı.
Sarıkaya, 7 Şubat MİT kumpasının kritik bir ismi olduğu için 2012-2016 arasında Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından itirafçı olmaya ikna edilmeye çalışıldı. Bu süreçte "Karar verdin mi, konuşacak mısın?" sorularına "İstihareye yattım, şu ara pek uygun değil" gibi sade suya tirit cevaplar veriyordu. Örgüt imamından aldığı "Senin için iyi olmaz. Sakın konuşma" talimatını 'istihare sonucu' gibi yansıtmaya çalışıyordu. Oysa aslında imam baskısıyla 'omerta (suskunluk) yasası'na sadık kalmış oluyordu.
Sarıkaya, 16 Temmuz sabahından sonra numarasını değiştirip yeraltına çekildi. Ta ki 18 Şubat 2017'de örgütün gaybubet evinde yakalanana dek…
'Omerta yasası'na sadık kalmasının bedelini ise yalnızca bir hücre evinde 'postmodern Robinson Crusoe' misali saçı sakalı birbirine karışmış vaziyette yakalanmakla değil, yaklaşık çeyrek asırlık müstakbel bir mahkûmiyetle de ödeyecek gibi görünüyor.