Formülasyonlar en etkili, en çarpıcı ve en akılda kalıcı anlatıma, en kestirme yoldan ulaşmanın yoludur.
Lakin, çokluk bir kusurcukları var: Ele aldığı konuyu deşifre ederken bir yanıyla da örterler. "Fetullah'ı aldılar, Öcalan'ı verdiler" formülasyonu gibi.
Ki, bu formülasyon genel kabul görmüştü. Dahası, itiraz edeni şahsen duymadım.
Herkes mevzunun "Al gülüm ver gülüm" olduğunu sanmıştı. Hatta, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in "Amerika Öcalan'ı neden verdi anlamadım..." sözü de mezkûr formülasyon sayesinde (güya) anlaşılır hâle gelmişti.
Yani, anlaşılmayacak şey yoktu; Öcalan'ın karşılığında Fetullah'ı Pensilvanya'ya çekmişlerdi işte.
Gelgelelim, bu formülasyonda aksayan bir yan vardı.
Her şeyden evvel, ABD'nin "Pensilvanya'ya kaldırdığı" FETÖ elebaşı bidayetinden beri Amerikancıydı. Yani, zaten gönüllü olarak avuçlarında olanı yanlarına almaları için herhangi bir neden yoktu.
Demem o ki, Öcalan'ı Türkiye'ye vermenin karşılığında elde ettikleri Fetullah değil, Kandil veya PKK'ydı. Hâliyle, PKK liderini teslim etmelerinin nedeni de bundan ibaretti.
***
MHP Lideri Bahçeli gündemdeki açıklamasıyla "çözüm süreci" döneminde "üçüncü taraf" olarak kodlanan ABD-İsrail eksenine "çalım atmaya" çalışıyor diyebilir miyiz?
Çalım atarken çalım yemek riski de var tabii. ABD-İsrail eksenine çalım atmak zaten başlı başına büyük risktir.
Ne ki "beka" söz konusu olduğunda (pragmatik bir manevra da olsa) stratejik hamle yapmak zorundasınız. Büyük devletsen büyük hamleleri yapmaktan çekinmeyeceksin.
İyi Parti'nin başındakinden
Ümit Özdağ'a kadar malum eşhasın sergilediği
iptidai popülerlikle alınacak
hiçbir yol yoktur. Bunların bölgeyi
de dünyayı da okuma kapasiteleri
çok sınırlı. ABD-İsrail ekseninin bölgede
yaptıkları ve yapmak istedikleri
hakkında herhangi projeksiyonları
da yok.
Fakat
Perinçek ve
Aydınlık grubunun eleştirileri böyle değil.
Bahçeli'nin çıkışına şiddetle karşı olmakla birlikte, ABD-İsrail eksenine karşı bölge merkezli çıkış önerileri sunuyorlar. Katılırsınız katılmazsınız ayrı mesele.
***
Fakir baştan beri "
Yavuz Sultan Selim-İdris-i Bitlisî teopolitiği artık çalışmaz..." diyorum.
Mezhep düşmanlığı üzerinden ABD ile biat tazelemek isteyen
NATO'culara da her daim dikkat çekmeye çalışıyorum.
Sayın Bahçeli'nin çıkışını da "çözüm sürecinde"
Öcalan'ın (mealen) "İmralı'dayken daha fazlasını yapamam, şartlarım örgütü kontrol etmeye elverişli değil..." sözleri üzerinden okuyup, İmralı görüşmelerinin sonucunda gelinen aşamanın göstergesi olarak değerlendiriyorum.
Uzun lafın kısası:
Bekaa'da bulunduğu dönemde ABD emperyalizmine ve İsrail'e karşı sıkı bir anti-siyonist tutum sergileyen Öcalan, Türkiye'ye verildi ama
Kandil'in kontrolü de tastamam ABD-İsrail eksenine geçti.
O kadar ki, soykırımcı
Netanyahu arz-ı mevud emelleri için "Bağımsız
Kürdistan'ı" gündüz gözüyle araçsallaştırmaya
çalışıyor. (Yorum değil bu,
Netanyahu'nun açıklamaları ortada.)
İmdi soralım: Öcalan'ın
İmralı statükosu kime çalışıyor?