Birkaç gün önce 1820 TL (yazıyla, bin sekiz yüz yirmi Türk Lirası) su faturası ödedim, bir gün sonra da sular kesildi. Ne yalan söyleyeyim, çok etkilendim. O kadar ki önümüzdeki seçimlerde Ekrem Bey'e oy verecek kıvama geldim.
Bu arada, çocuklara da "Suları biraz dikkatli kullanalım" demeyi ihmal etmedim. Aksilikler başladı mı sürer. İnanın bana, akşam da elektrikler kesildi. Daha doğrusu elektrikler gitti geldi gitti geldi, en sonunda da fasılasız gelmemeye karar verdi. Hâliyle modemin "anakartı" dayanamadı, yandı. Yeni modem almak için de dünyanın parasını bayıldık. Yetmezmiş gibi aynı gün içinde klozet su sızdırmaya başladı. Paramız yabancıya gitmesin düşüncesiyle mahalleden tesisatçı çağırdık. Şipşak arızayı giderdi. Küçük plastik contayı göstererek, "Conta yalama yapmış abi..." dedi.
"Borcumuz ne kadar" dedim. Öyle bir rakam söyledi ki az kalsın "Oha!" diyecektim, kendimi zor tuttum. "Bir conta değişikliği o kadar eder mi, e l insaf!" dedim.
"Piyasa malum, her şeye zam geldi" deyince, "Klozet contası çok tüketilen bir şey mi, niye o kadar zam gelsin?" dedim. "Bu talep odaklı enflasyondan kaynaklanmıyor ki abi!.." demez mi?
Kendimi Özgür Demirtaş'a maruz kalmış gibi hissettim, hafif bir bulantı sayrısı beni yoklayınca da tek laf etmedim; verdim parasını gönderdim. İyi ki mahalleden tesisatçı çağırmışım, yetkili servis çağırsaydım kim bilir ne kadar verecektim diye içimden geçirirken, merakıma yenildim. Yetkili servisi arayıp fiyat aldım. Conta dâhil işçilikle birlikte mahalle tesisatçımızdan yüzde 30 daha az fiyat verdi. Sizin anlayacağınız, kaşla göz arası yüzde 30 "kazıklanmış" oldum.
Üzüldüm mü?
Evet ama eskisi kadar değil. Eskiden kazık atanın yanına kâr kalıyordu. Şimdi öyle mi ya. Nası l olsa bakkal veya manav veya doktor veya nalbur intikamımı alacak benim. Esnaf olsaydım o contanın intikamını bizzat kendi ellerimle alırdım. Vekâleten intikamla yetinmek zorunda kaldım...
Piyasayı gerekçe göstererek benden orantısız kâr elde edersen, bir başkası da aynı piyasayı gerekçe göstererek senden orantısız kâr elde eder. Nihayetinde serbest piyasa değil mi; men dakka dukka.
Ne ki birçoğunuz gibi ben de sabit gelirliyim. O yüzen bizim durumumuz harbiden acıklı. Çünkü herkes "piyasayı dengelercesine" birbirine dalar, sonra hepsi bir olup (bakkal çakkal artık ne varsa) sabit gelirliye dalar.
Piyasa dengesi mi?
Woody Allen'ın ilk gençlik dönemimden aklımda kalan şu esprisine benzer: "Annem beni dövdü; annemin beni dövdüğünü duyan babam annemi, babamın annemi dövdüğünü duyan komşu babamı, babamı döven komşuyu da mahalleli dövdü. Böylece, bütün şehir kavgaya tutuştu..."
Soru şudur: Şehrin veya memleketin kavgasını kim kontrol ediyor? Bir başka ifadeyle, bu kavga kimlerin işine geliyor? Yani, bizi fakirleştiren enflasyon kimleri zengin ediyor?
Büyük firmaların, şirketlerin, holdinglerin mahut enflasyonist ortamda zenginlikleri arttığına göre biz fakirleştikçe onlar zenginleşiyor demektir. Piyasayı manipüle eden, maliyetleri belirleyen, ücretleri kontrol eden bunlar. Enflasyon yükseldikçe bunların piyasadaki hâkimiyeti de yükseliyor. Demek ki, "kâr kaynaklı enflasyona" maruz kalıyoruz.
Sayın Berat Albayrak döneminde dolar 8 lira, enflasyon yüzde 14, politika faizi yüzde 10'du. "Rasyonel zemine döndük" ve dolar 32 lira, enflasyon yüzde 75, politika faizi de yüzde 50 oldu. Üstelik, MB rezervleri dibin de dibini gördü. Mahut enflasyondan nemalanan bu zenginlerden birinin ABD'de 100 milyon dolarlık gayrimenkulü var. (Atatürk'ü ağızlarından düşürmezler, burada kazanıp oralara gömerler.)
İzninizle lafın burasında "rasyonel zeminin" dışına çıkmak istiyorum: Enflasyon sayesinde kârına kâr katan bu zenginlerden adamakıllı gelir vergisi alınsın. Gerekirse aks değiştirmek pahasına da olsa BRICS girişiminde ısrar edilsin ama "rasyonel" belasına denenmişi yeniden deneyip de, "Dön baba dönelim, başa dönelim..." sarmalına duçar olunmasın.