Stefan Zweig "Dünün Dünyası" adlı eserinde Almanların karakterinin büyük felakete yol açacağını öngördüğünü ve herkesi uyardığını anlatır.
Ne ki hiçbir uyarısı işe yaramaz, İkinci Dünya Savaşı patlak verir. Zweig o kadar ümitsizliğe kapılır ki 42'de eşiyle (Lotte) birlikte intihar eder.
Oysa mesele Almanların karakteri değil, kapitalizmin karakteridir.
Zira kapitalizmin büyük krizlere karşı pratik önerisi savaştır... İkinci Dünya Savaşı'nın sahici nedenlerini 1929 ekonomik buhranında aramak lazımdır.
Zweig insanların korkunç savaşlarla birbirini yok etmesine karşı "sanatı" çözüm önerisi olarak sunar
Peki "sanat" bu işin altından kalkabilir mi?
İnsanın "yatışmaz yapısına / uyumsuzluğuna" hiç kuşkusuz iyi gelir. Ne ki sanat da her şeyden evvel insanın bu yapısından doğar.
Evet, sanat insanın kendisini tanımasına yardımcı olabilir.
Merhum Nuri Pakdil ustamız bu nedenle "Dostoyevski okumayanlara ehliyet verilmemeli..." demişti.
Gel gör ki, Ukrayna krizinde Dostoyevski bile yasaklanmıştı. Ne müthiş bir "ironi" değil mi? Büyük savaşın önünü açmak için mıntıka temizliği yapılıyormuş gibi.
***
Savaşlara karşı sanatın çare olmaklığına ne kadar hak versek de Wagner - Hitler ilişkisini nereye koyacağımızı bilemeyiz.
Sanat insanın kendini tanımasına yardımcı olur. Fakat kendini tanımak kendini bilmek değildir.
Kendini bilmek Rabb'ini bilmektir. Bunun yegâne yolu da hatırlamaktır.
Doğa unutmaz, her an hatırlar / zikreder.
Allah'ı hatırlayan da doğayla savaşmaz. Kitab-ı Mübin "Onlar ki Allah'ı unuttu, Allah da onlara kendilerini unutturdu..." der.
Kendini unutan insan zalim ve cahillikle malul hale gelir ve doğayla savaşmayı marifet sanır.
Ontolojik uyumsuzluktur bu. Yatay / yapay "ilerlemeden" öte işe yaramaz.
Dikey ve sahici ilerleme, daha doğrusu tekâmül, beşer olmaktan kurtulup "hazreti insan" katına yükselmektir.
***
Stefan Zweig'i umutsuzluğa sürükleyen Almanların karakteriydi, Tarkovski'yi umutsuzluğa sürükleyen ölüm kusan silahların karakteri.
"Çehov'un Silahı" kuralını bilirsiniz.
"İlk bölümde duvara asılı bir tüfek olduğunu söylüyorsanız, ikinci ya da üçüncü bölümde o tüfek patlamalıdır" kuralı işte. Yani, "Şayet ateşlenmeyecekse o silah orada asılı olmamalıdır."
Gerçek hayatta da bu böyledir... Onca nükleer silah boşuna değil. Madem varlar bir gün insanlığın kafasına patlatılacaklar!
Güven duyabileceğimiz hiçbir şey yok. "Yüce insanlık değerleri hakkında" nutuk atanlar nükleer silah yarışında.
Zora düştüklerinde bu silahları kullanmayacaklarının teminatı var mı?
Japonların Pearl Harbor saldırısında (7 Aralık 1941) çok ağır kayıplar veren ABD, Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası atmadı mı?
Korkunçtur korkunç!..
Marguerite Duras'ın kaleminden Alain Resnais'nın filme aktardığı "Hiroşima Sevgilim"i (Hiroshima Mon Amour, 1959) izlerseniz, atom bombasının ana rahmindeki bebeklere varıncaya kadar insanları nasıl yakıp kavurduğunu görürsünüz.
***
Putin, özetle, "Beni küçük düşürecek bir mağlubiyeti kabul etmem, gerekirse nükleer silah kullanırım..." demeye getiriyor.
ABD ve İngiltere hâlâ kışkırtmaya devam ediyor.
İngiltere Savunma Bakanı Wallace, Putin'in uyarısının kendisini sarsmadığını şöyle ifade etti: "Bizim de güçlü silahlı kuvvetlerimiz ve nükleer caydırıcılığımız var..."
İmdi kapitalist dünya sistemi yandaşı figüran muhaliflere soralım: Nükleer caydırıcılığın pervasızca yarıştırıldığı bu korkunç dönemde barış için sahici gayret gösteren Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın dışında kaç lider var?
O halde "Nereden nereye gidiyoruz?" yollu figüran endişelerle kapitalist dünya sisteminin hedefe koyduğuna vurmayı bırakın.
Üçüncü Dünya Savaşı'na gidiyoruz, agâh olun!
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz