Rahmetli Musa abi, Rami'de peynircilik yapardı. Müşterileri arasında İsmet Özel'in de olduğunu, dahası, onunla yarenlik ettiğini gönenerek anlatır, ayrıntı vermeyi de ihmal etmezdi.
Ayrıntı dediğim, İsmet abinin naylon poşet vesaire yerine hâlâ fileyle alışveriş yaptığından sitayişle bahsederdi.
Musa abi, kardeşim Ahmet Kekeç'le her akşam buluştuğumuz yayınevinin müdavimleri arasındaydı.
Bir akşam yine buluşmuş, "Yanındaki o adam kimdi Musa abi?" diye güya merakla sormuştuk. Mukabil sorularla kimi sorduğumuzu öğrenmeye çalışmış, İsmet Özel'in kılığını kıyafetini tarif etmiştik... Ağzı açık vaziyette yüzümüze öyle hayretle bakakalmıştı ki aradan 30 yıl geçtiği halde hâlâ o bakışı unutamam.
Neden sonra "Siz nasıl okumuş yazmış adamlarsınız?" demişti, "Daha İsmet Özel'i tanımıyorsunuz!"
"Senden başkasını tanımayız abi" diyerek "oyunumuzu" sona erdirince de "Ulan" diye celallenmiş, çok geçmeden de kahkahayı patlatmıştı... Takılmalarımız çok hoşuna giderdi, hatta bunu bizden özellikle beklerdi.
Yardımsever, fedakâr bir insandı. Dükkânını kapattıktan sonra arabasının bagajına doldurduğu zeytin-peynir ne varsa ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı.
Yaşça bizden küçük bir arkadaşımızın okul masraflarını çıkarması için yaz aylarında yanında çalışmasını rica etmiştik, o da seve seve kabul etmişti.
Ne ki birkaç hafta geçti geçmedi, yanında çalışmaya başlayan o arkadaşımızla birlikte yayınevine gelmiş, "Bu sizinle çalışsın, ben yine haftalığını veririm" demişti. Sonra da tatlı tatlı anlatmaya başlamıştı:
"Mal almaya gittim, dükkâna bir döndüm ki ne göreyim! Bi tekerlek kaşar un ufak, paramparça olmuş... 'Oğlum bu ne' dedim?!.. Abi bir müşteri geldi dedi, 250 gram kaşar istedi, tutturamadım, illaki bütün isteyince de böyle oldu... Oğlum mundar ettin koca kaşarı, hiçbir bakkala veremem artık!.. Uzun uzadıya kaşarı nasıl keseceğini uygulamalı bir şekilde anlattım ama günler geçti hiçbir şey değişmedi. Baktım olmayacak, 'Sen kaşar satma oğlum' dedim... Bir gün sonra geldim ki kaşar yine paramparça olmuş... 'Müşteri çok ısrar etti' dedi... Neyse uzatmayayım, baktım olmayacak. 'İkimizden birinin işi bırakması lazım' dedim... Bir müddet düşündü, sonra da 'Madem öyle, ben ayrılayım o zaman abi' dedi iyi mi?..."
Musa abi lafın burasında kısa bir es verdikten sonra keyfini çıkarırcasına, "Allah razı olsun, dükkânımı bana bağışladı çocuk..." demiş, o arkadaşımız dahil hep birlikte kahkahalarla gülmüştük.
Ne güzel günlerdi...
O kardeşimizin yerinde Davutoğlu olsaydı, "Madem öyle, ben ayrılayım o zaman" demekle yetinmez, "Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her haftalığı elimin tersiyle iterim ama asla Musa abimi ve Musa abimin hiçbir müşterisinin kalbini kırmam. Bu yardımsever, bu ak yürekli insanların üzülmesine asla izin vermem..." diye iyice köpürtürdü.
Elinde köpükten başka bir şey kalmayınca da "O peynir dükkânının müşterilerinin yüzde 49'u benim sayemde" diye kaptırır gider, ardından da "Penguen bana kumpas kurdu!.." diye sağa sola çamur atardı.
E n'oldu peki?.. Kaç yıldır penguen deyip durdu, en sonunda ağzındaki baklayı çıkarmadı mı? Geçen hafta "Artık itiraf ediyorum, Binali Yıldırım, Süleyman Soylu ve Berat Albayrak, o dönem Cumhurbaşkanı'nın koordinasyonuyla bana kumpas kurdular..." demedi mi?
Meğer "penguen" dediği kendini Başbakanlık makamına getiren Başkan Erdoğan'mış!
Yazık, vallahi yazık!..
Önceki videolarındaki Sedat Peker adlı şahsın malum "iddialarına" itibar ederek cevap verilmesini müthiş bir iştiyakla istiyordu. Bakalım son videodaki Suriye'ye silah gönderilmesi "iddiasına" ne diyecek?
Öyle ya MİT TIR'ları hadisesi kendi Dışişleri Bakanlığı dönemindeydi. Başbakanlık döneminde de aynı konu gündemden hiç düşmedi.
Hem "Stratejik derinlik" de hazretten soruluyordu ya. Herkes cahil, bir kendisi allameydi ya, hadi cevap versin.
Rüyasında Hegel'le tartışmaya benziyor mu bakalım.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz