Sabah erkenden 14. kattan aramışlar, yola çıkmıştı. "Dik mi dursam, alttan mı alsam ne yapsam?" diye yol boyunca kara kara düşünmüştü. "Dik durmak" seçeneğini genel başkanlık koltuğu aklına gelir gelmez eledi. Geriye "alttan almak" kaldı.
"Zaten bugüne kadar başka ne yaptım ki" diye hayıflandı. O an farklı bir şey yapmaya karar verdi.
Agresif bir şekilde alttan alacak, onuru kırılmış gibi yapacaktı... Yapabilir miydi?
Neden yapmasındı?
"İmamoğlu olmayan otobüs görüntülerini izleyip 'kanım dondu' demeyi başarıyor da ben şuncacık şeyi neden başaramayayım?!" diye içinden geçirdi.
Gözünü kararttı, bedeli ne olursa olsun incinmiş gibi yapacaktı.
Başaracaktı.
Lakin çok geçmeden aklına 14. kattaki o iki adam geldi. Karşısındaki adam çantada keklikti. Ama ya o ayaktaki adam? Sorusu bile ürpermesine yetti. Ama yine de yolundan dönmeyecekti. Asansörden 14. katta indi. Kafasında kurduğu her şeyi hızlıca gözden geçirdi. Son olarak ceketinin cebindeki mendili kontrol etti. Her şey tamamdı.
Odaya girdi. Hiç olmadığı kadar sıcak karşıladılar. Şakalaştılar. Uyum sağlamakta zorluk çekmedi. Fıkra bile anlattılar. Hep birlikte "Gül gül öldük" moduna girdiler. Ayaktaki adam birden ciddileşip "Biraz da iş konuşalım" deyince yüzündeki gülümsemeyle kalakaldı. Kısa süre sonra "incinmiş gibi" yapma planı aklına geldi. Yüzündeki gülümsemeyi itinayla yok edip ciddi bir yüz elde etmeyi başardı.
Sonra da başını öne eğip, "Kendimi burda sorgudaymış gibi hissediyorum" dedi kırık bir sesle. (Gözlerini yaşartmayı zorlukla da olsa başardı. "Adalet" yürüyüşünün yıldönümünden deneyimliydi.) Her şeyi planladığı gibi uygulamış, beklemeye geçmişti. Ayaktaki adam "Estağfurullah" diyecek, karşısındaki koltukta oturan adam da "Sen ağlıyor musun yoksa?!" diye ilgi- şefkat gösterecekti. O da eşzamanlı cebinden mendilini çıkartacak, gözlerini silecekti.
Hiçbiri olmadı.
Ayaktaki adam usulca yanına sokulup omuzunu sağ eliyle kavradı. "Böyle hissetmende bizim için hiçbir sakınca yok" dedi.
Karşısındaki adama medet umarak baktı. Hiç istifini bozmadan oturuyordu.
Ne yapacağını şaşırdı. İmamoğlu gibi sırasıyla boğazını, kulaklarının arkasını, burnunu gözlerini en son olarak da ağzını sildi.
Ayaktaki adam "Sen terlemiyorsun ki gerek yok bunlara!" dedi.
"Bana çok yükleniyorsunuz" dedi. "Zaten aksilikler hep beni buluyor. Geçen gün solunum cihazı diye elektrik süpürgesi mi nargile mi belli olmayan damacanalı bir şey getirdiler. Sunum yapmadan hortumunu elime verdiler. Kameraların önünde elimde kaldı öyle..."
Ayaktaki adam gevşek gevşek gülerek, "Neden elinde kalsın canım," dedi, "Gönderseydin Adana'daki 1000 kişilik sahra hastanesine!"
İlk kez bu kadar sinirlenmişti. Sesini yükseltmemeye özen göstererek, "Orasının hangar çıktığını hep yüzüme vuruyorsunuz," dedi, "ama Haliç'i bok rengine dönüştürmeyi bile bilimsel renk diye açıklayan Ekrem'e tek laf etmiyorsunuz."
"Açıklıyor ya ona bak sen..." dedi ayaktaki adam. "Madem öyle Nurettin Sözen'in ne suçu vardı?" karşılığını verdi. "İstanbul susuzluktan kavrulurken o da 'Su vardı da ben mi içtim 'açıklamasını yapar olur biterdi. Çöp dağlarını da patlayıcı üretmek maksadıyla beklettiklerini açıklardı. Zaten Ümraniye'deki çöplükte patlama olmuş, vatandaşlarımız ölmüştü..."
Kısa bir sessizlik oldu. Lafı gediğine koydum diye düşündü. Volta atmaya başlayan ayaktaki adamı göz ucuyla takip etti.
Karşısındaki koltukta oturan adam, "Sen onunla kendini kıyaslama" dedi. "Sen başkasın. Tamam, ortak noktalarınız yok değil. Sen Karabulut soyadını Kılıçdaroğlu yaptın, o Müdafaa soyadını İmamoğlu. Fakat sen sadece Kürt ve Alevisin. O her şey... Bak, Alevi dedesini başka bir din mensubu gibi gösteren kitapçık bile dağıttı... Hem camide Kur'an okuyup hem de 'Toplum henüz eşcinsel evliliklere hazır değil' diyen biri o... Yahu 'Kanım dondu' yalanını bize bile yedirdi. Yalan konusunda onun gibisi dünyada yok. Çok özel bir yetenek... 'Mustafa Kemal'in askeriyiz' diyenler ile 'Mustafa Kemal'in itleri' diyenlere aynı anda kendini sevdiriyor sen ne diyorsun!.."
Yaramaz bir çocuk gibi "Ben de sevdiriyorum" dedi. Ayaktaki adam buyurgan bir sesle "Sen kendini en çok yürürken sevdiriyorsun" dedi. Niyetlerini anladı. "Hayır!" diye feryat etti.
Ayaktaki adam, "Heykelini yaptın ama," dedi, "gözyaşı bile döktün."
"Kaybettiğim tırnaklarım aklıma geldiği için ağladım ben... Ayaklarım mahvolmuştu."
Dedi ama ikna olmadıklarını, ısrarcı olacaklarını anladı. Aklına son çare olarak intihar girişimi geldi.
Koltuğundan fırladı, pencereyi açtı ve "Bir daha Ankara - İstanbul yürüyüşü yapacağıma 14. kattan kendimi aşağı atarım" dedi.
Ayaktaki adama hiç güvenmiyordu. Her an "Atla!" diyebilirdi. Bu riski göze almıştı.
Ciddi miydi yoksa İmamoğlu'ndan mesleği kapmış mıydı emin olamadılar. İlk kez çaresiz bakakaldılar.