"Sebep Ey" şairi Erdem Bayazıt amcasının oğluyla cadde boyu yürürken Nuri Pakdil çıkagelir.
Yıl 1955, aylardan Temmuz'dur. Yani, Nuri abi henüz 21 yaşındadır.
Amcasının oğlu (aralarında nahoş bir hadise geçmiş olacak ki) Nuri abiye görünmemek için Erdem abinin kolundan çekerek caddenin karşısına geçer. Yollarını değiştirdikleri Nuri Pakdil ustamızın gözünden kaçmaz. Bir çırpıda caddenin karşısına geçerek önlerine dikilir ve Erdem abinin amcasının oğluna çıkışır:
"Niye yolunu değiştirdin oğlum?.."
"Yolun sağından yürümek için..."
Nuri abi lafı yapıştırır: "Biz de yolun sağından yürüyoruz ama senin gibi yolumuzu değiştirmiyoruz..."
Nuri Pakdil ömrü boyunca yolundan milim sapmadan yürüdü.
"Yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin" diyerek yürüdü, "insanı kalbinden tutarak" yürüdü, bir kuyumcu titizliğiyle bir dizeyi yüzlerce kez yazarak yürüdü, "okumadığın gün, karanlıktasın" diyerek yürüdü.
Bir yarısını Mekke bir yarısını Medine yaptığı kalbinin üstüne Kudüs'ü tül gibi örterek yürüdü.
Konuşarak yürüdü, yazarak yürüdü ve sükut ederek yürüdü.
Evet, sükut ederek, yani dünyanın en uzun cümlesini kurarak. "Söz bitebilir, fakat sükût bitmez" demişti, "Çünkü o, dünyanın en uzun cümlesidir."
Hülasa, "Dilimin döndüğü kadar sustum" diyerek yürüdü.
On yıl kesintisiz "Sükût Sûretinde" yürüdüğü dönemde Gökhan Özcan kardeşimle ziyaretine gitmiştim.
Seksenli yılların ortasıydı. Kimseciklerle görüşmüyordu ama bizi huzura kabul etmişti.
Rahmetli Kemal abinin selamını getirmiştim. Edebiyat dergisinin has şairlerinden "Satranç Dersleri"nin şairi rahmetli İlhami Çiçek'in babasının selamını...
Akay Yokuşu'nda, oturduğu o ahşap masanın başında kartal gözlerine dolan hasretle, "Ayaklarınla sürükleyip getirdin İstanbul toprağını!.." deyişini dün gibi hatırlarım.
İstanbul'u bitimsiz seviyordu!
Kudüs'e bitiyordu. Kudüs'e, Mescid-i Aksa'ya...
"Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim, hele orta hiç sevemedim: Hep çok sevdim. Arkadaşlarımı da çok severim. Yeryüzüne biterim. Eve portakal aldığımda kasayla alırım, dayanamayanlar çürür..." diyordu.
Bitimsiz sevgisinden kaynaklanan soylu bir öfkenin ifadesi olarak "Bu kitabı da namluya sürün!" diyordu; faşizme, karasiyasaya, anamalcılığa karşı...
"Biri, kimseyi iplemeden duruyorsa, o toplum mutlaka sarsılır..." diyor, hiç kimseyi iplemeden biteviye yürüyordu.
Geçen ocak ayında ölçüsüz, izansız, insafsız, hepsinden öte nasipsiz 2 cehalet sarhoşu (biri CHP Grup Başkanvekiliydi şimdi nedir bilmem, diğeri YPG / PKK destekçisi bir gazeteci) edebiyatımızın bu en devrimci ustası Nuri Pakdil'e hayasızca saldırmış fakir de dilim döndüğünce hak ettikleri cevabı vermeye çalışmıştım.
Söz konusu 2 muhterem üzerinden "doğada hiçbir şeyin boşuna yaratılmadığını" mucize çapında bir tecelliyle anladım.
Nuri Pakdil ustamız mezkûr yazım vesilesiyle aradı. Telefonunu bilmiyordum, "Ben Nuri Pakdil" deyişi hâlâ kulaklarımda. İltifatları karşısında ezildim. Lakin, yeryüzünün en büyük ödüllerini alsaydım daha fazla sevinemezdim.
Antikapitalist, antisiyonist, antiemperyalist kişiliğiyle "dirayetin" mücessem haliydi.
Hiçbir ayartıcının iğvasına zerre miskali kapılmadan ayaklarının üzerinde sürgit yürüdü.
Yürüyüşü kesintisiz devrim gibiydi...
Afrika'dan Asya'ya kadar dünya durdukça soylu yürüyüşü sürecek. Mustazafların yüreğinde, Filistinli çocukların marşında ve hatta Paris'in köpeklerinin karşısına yerleştirdiği Sultanahmet'in güvercinlerinin kanadında...
O bize "rahmet" oldu, Allah da ona sonsuz rahmet etsin, melekler yoldaşı olsun, mekânı cennet olsun.