Meksika Devlet Başkanı Nieto'nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi için verdiği yemekte Rize'deki Şenyuva Köprüsü'nden bahsetmesi üzerine, Erdoğan şu anlamlı temennide bulundu: Umarım bir gün o köprüden birlikte geçeriz. Barış için, dostluk için, insanlık için
12 Şubat 2015 Perşembe, yerel saat ile 14.00. Türkiye saati ile 22.00. Mexico City'de, tüm Meksika'nın kalbinin attığı "Palacio Nacional"deyim. Yani, Ulusal Saray'da. Ya da Milli Saray'da.
Mexico City'nin en görkemli yapısı olan bu sarayda bulunmamın nedeni: Meksika Birleşik Devletleri Başkanı Enrique Pena Nieto ve büyüleyici güzellikteki eşi Angelica Rivera de Pena'nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan onuruna verecekleri yemeğe davet edilmiş olmam. Yemek saat 15.00'te başlayacağına göre, bir saatlik boşluktan yararlanıp, sarayda kısa bir gezinti yapalım...
***
"El Zocalo"da, yani Anayasa Meydanı'nda yer alan Meksika Ulusal Sarayı'nın bayağı köklü bir tarihi var. 200 metre uzunluğundaki yapıyı 1500'lerin başında Aztek İmparatoru İkinci Moctezuma yaptırttı. O dönemde herkesin hayranlığını kazanan binanın bitmesinden ve imparatorluğun yönetim birimlerinin taşınmasından kısa bir süre sonra Meksika'ya İspanyol istilası başladı.
İstila işgale dönüştü ve Meksika, Yeni İspanya adıyla İspanyol İmparatorluğu'nun bir parçası ilan edildi. İşgal ordularının komutanı Hernan Cortes, saraya el koyup kişisel mülkü yaptı. Yıl: 1523.
Gel zaman, git zaman... Saray, Hernan Cortes'in oğlu Martin Cortes'e miras kaldı. İspanya Kral Naibi Don Luis de Velasco, 1563'te devlet adına yapıyı satın aldı ve Yeni İspanya'yı, yani Meksika'yı oradan yönetmeye başladı. Zamanla genişleyen saray, gittikçe bir kaleye dönüştü.
Görkemli ve zaptedilemez bir kaleye.
Ama zaptedildi. 8 Haziran 1692'de 8 bin dolayında yerli halk,
"Açız" çığlıklarıyla sarayı ateşe verdi. Dönemin Kral Naibi Gaspar de Sandoval tepeden tırnağa yeniden inşa etmek zorunda kaldı. Ama büyük ölçüde eski malzemeleri de kullanarak. Gerçi büyü bozulmuştu, Aztek uygarlığının görkemli mirası büyük ölçüde yok olmuştu ama yine de saray gibi bir saray ortaya çıkmıştı.
Sonraki üçyüz yıl boyunca "Palacio Nacional" çeşitli restorasyon ve renovasyon çalışmalarıyla daha da büyüdü, büyüdü.
Meksika'nın bağımsızlığını kazandığı 6 Kasım 1813'ten sonra saray, hem yasama, hem yürütme, hem de yargı erklerini barındıran devlet merkezi oldu. Ama zamanla yasama ve yargı başka mekânlara taşındı ve sadece yürütme organına kaldı.
Yani, Meksika Birleşik Devletleri Başkanı'na.
Bu kadar tarih yeter. Biraz da Ulusal Saray'ı gezelim...
***
Saray kuzey-güney boyunca uzanıyor. Üç ana kapısı var. Her biri sarayın bir başka bölümüne açılıyor. Güney kapısı, başkanlık bürolarına götürüyor. Kuzey kapısı eskiden yargının kullandığı, duruşma salonları ve işkence odalarının yer aldığı, bugün Maliye Bakanlığı'na tahsis edilmiş bölümün girişini oluşturuyor. Manuel Ortiz Monasterio ve Vicente Mendiola gibi dönemin ünlü mimarlarının eseri olan Hazine Salonu da bu bölümde.
Erdoğan eşi onuruna düzenlenen yemek işte bu salonda veriliyor.
Tam meydanın karşısına düşen ana giriş kapısı ise tarih açısından son derece önemli. O kapının hemen üstünde bir balkon var. Balkonda da bir çan. Her yıl 15 Eylül'de, saat 23'e birkaç dakika kala Meksika Birleşik Devletleri Başkanı o balkonda bir konuşma yapıyor, sonra da çanı çalıyor. Çünkü yaklaşık ikiyüz yıl önce Peder Miguel Hidalgo, İspanya'ya karşı başkaldırıyı o çanı çalarak ilan etmişti.
Eh, saat 15'e geldi gelecek. Yemek için Hazine Salonu'na gitme vakti...
***
Augusto Petriccioli'nin eseri olan muhteşem bronz kapıdan geçip Hazine Salonu'na girdim. Dikdörtgen biçimindeki geniş salonun sağ tarafında, yükseğe Türkiye ve Meksika başkanları ile eşleri için uzun bir masa hazırlanmıştı.
Onların altında da 3 sıra halinde 24 masa yer alıyordu. Her masaya 3'ü Türk, 3'ü de Meksikalı 6 konuk yerleştirilmişti.
Şanslıydım; masam ortadaki sıranın tam 2 başkan ve eşlerinin karşısına denk gelmişti.
Mönüye göz attım. İlkbahar salatası, Noquis patatesli sebze çorbası, zeytinyağında biberiye ile kızartılmış patatesli, zeytin ve kapari soslu levrek fileto (Vejetaryen olarak pas geçtim tabii), mango ve mameyli, Tuille üzeri Guanabana dondurması, karpuz ve sorbeli meyve tabağı... Yanında da Meksika meyvelerinin suları...
Bütün bunları Meksika Oda Orkestrası'nın mini konseri eşliğinde yiyecektik. Orkestranın klasik hafif müzik, Meksika müziği ve Türk müziği parçalarından oluşan programında, elbette
"Üsküdar'a gider iken" de yer alıyordu...
***
Yemeğe geçmeden önce, protokol gereği, iki devlet başkanı birer kısa sayılabilecek konuşma yaptılar. Önce ev sahibi sıfatıyla Meksika Birleşik Devletleri Başkanı Enrique Pena Nieto söz aldı.
"Saygıdeğer Cumhurbaşkanı, ülkemiz tarihinin önemli anlarına şahitlik yapan Milli Saray'a hoş geldiniz. 2009 ve 2012 yıllarında Başbakan iken ülkemize yaptığınız ziyaretler, Meksikalılar için bir ayrıcalıktı. Bugün sizi, halkınız tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olarak misafir etmekten onur duyuyoruz.
Tarihi 10 Ağustos 2014 seçimleri, Türkiye'nin eriştiği demokratik olgunluğun işaretidir. Bizi tebrik ediyorum sayın Cumhurbaşkanı" diye başladı.
Türkiye ile Meksika arasındaki diplomatik ilişkilerin 1928 Temmuzu'nda başladığını hatırlattı, Atatürk devrimlerinden övgüyle söz etti, AK Parti iktidarının Türkiye'yi dönüştürmesini örneklerle anlattı ve noktayı şöyle koydu: "Ülkenizin kuzeydoğu sahilinde, yeşil dağların denizle kucaklaştığı güzel bir şehir var. Türkler'in çok sevdiği bu şehrin yamaçlarında bütün ülke tarafından içilen çay yetiştiriliyor. Burası Rize. Siz sayın Cumhurbaşkanı'nın atalarının evi. Burada, aynı zamanda, uzun yıllar boyunca dünyanın en güzellerinden sayılan, taştan yapılmış tarihi ve çok güzel bir köprü var. Akılda kalan bu görüntü ile sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye ve Meksika arasında birlikte güçlü bir köprü inşa etmek üzere buraya kadar geldiniz. Çok teşekkür ederim."
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Emine Hanım'a baktım. Çok duygulanmışlardı. Duygularını bastırmak için yutkunuyorlardı.
Sonra Erdoğan aldı sözü:
"Uzak kavramının anlamını yitirdiği çağda yaşıyoruz. Uzaklar artık yakına dönüştü. Zaten kalpler yakın olunca, mesafelerin anlamı yok" diye başladı...
Ve.... Konuşmasını, Nieto'nun sözünü ettiği köprüyle bitirdi: "Umarım yakın bir gelecekte, o köprüden birlikte geçeriz. Barış için, dostluk için, insanlık için... Yan yana, kol kola, el ele..." O köprü Fırtına Deresi üzerinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan tek gözlü, kemerli taş köprüydü. Adı, Şenyuva Köprüsü'ydü.
***
Yemek başladı. Meksika Oda Orkestrası'nın mini konseri eşliğinde...
Salondan erken ayrıldım.
Aaaa... O da ne? Omuzuma bembeyaz br güvercin kondu.
"Beni senden başka kimse görmüyor" diye fısıldadı, gagasıyla yanağıma bir öpücük kondururken.
"Hayrola" dedim, "Yola çıkıyorum" dedi, "Uzun bir yola..."
Patisine sıkıştırdığı bir zeytin dalı ile bir defne dalını gagasına aldı, "Ver elini Şenyuva Köprüsü" diye benimle vedalaştı ve havalandı.
Dönüş yolunda bir ara fark ettim onu; Atlantik üstünde kanat çırpıyordu. Avrupa'ya ulaşacak, kıtayı baştan başa katedecek ve Fırtına Deresi'ndeki taş köprüye konacak.
Ve ağzındaki zeytin ve defne dallarını düşürmeden sabırla 2 Başkan'ın gelmesini bekleyecek. Gelince ikisine de birer dal uzatacak...
Kim bilir, bir gün çatışan, savaşan, birbirlerini düşman gören ülkelerin liderleri de barışı bulmak için Şenyuva Köprüsü'nde randevulaşacaklar. Kim bilir...